Ekşi Duyuru

Çöp, çöptür. Karşılaştırmak saçma.

çocukluğumda tepki veremediğimi hatırladığım bir tanesi var unutmam.onun dışında biri hariç hepsinde sesimi çıkardım tabi ki. ama karşınızdaki şaşmadan salak yapmaya çalışıyor ya da olay yerinden uzaklaşıyor. hiç şaşmadı.o birinde de şok oldum o yüzden tepki veremedim. cesaretine şok oldum. birinde de bisikletliydi ben bişey diyene kadar kaçtı gitti boşa bağırdım. sözlü tacizlere genelde tepkisiz kalıp anlamamazlıktan geliyorum ama artık. korkmadığımı belli ediyorum, korktuğunu belli edersen daha çok üsteliyorlar çünkü.

ben daha lise 2 deyken 16 yaşında falandım, bizim apartmanın yanında bi inşaat yapılıyordu, orda, burda kullanmak istemediğim sıfatlarla anılacak bir inşaat işçisi hişt hişt diye laf attı bir şeyler de dedi ama hatırlamıyorum yani inşaatla bizim ev dipdibeydi yani ben o apt.ta yaşıyorum önünden geçen biri de değilim ne cesaret,hata ertesi gün annemle çıktığımda bile embesil embesil hareketler yapmıştı o rezil herif neyse amele.Hatta yılbaşında 1-2 gün önceydi , rezil etmişti günümü kendimi çok kötü hissetmiştim,sonra dedem çok kızar böyle şeylere gidip inşaatın müteahhitine ve mimarına gisip inşaatı tüfekle basmıştı.O gün kesilmişti taciz.Orta okuldeykej 7.sınıfın 12-13 yaşlarında kardeşimle giderken üsttekiyle aynı sıfatlarla andığım 2 'hayvan'dan 1 tanesi bilerek omuz atıp çarpmıştı, acımıştı bir de.
Sonra 1 gün metroda yaşını başını almış bir adam sanki dokunmaya çalıştı dokunmak da değil ama temas gibi ama görmedim bile adamı sadece arkamda ben öne gitmeye çalıştıkça biriyle bir temas vardı adamı pek görmemiş bile olabilirim ama yaşlıca gibiydi orta yaşlı.Başka aklıma gelmedi, çok da taciz yaşadığımı söyleyemem cinsel anlamda.
Duyuruda cinsel taciz yaşamadım ama sözlü normal taciz yaşadım

8 yaşındayken biri beni kaçırmaya çalışmıştı. ayrıntılarını yazmak istemiyorum, hatırlayınca bile kötü hissettim şu an kendimi. pislik herif

2006 senesinde üniversite kampüsünde tacize uğradım. Sabaha karşı bölümden çıkmışken bir adam yanıma yaklaşıp sigara istedi, verdim. Sonra ayrılmadı yanımdan. Ben de adımları hızlandırdım kaçmaya yeltenirken arkamdan koşup beni yere yıktı. Yerde boğuştuk epey, göğsüme vajinama falan dokundu, ısırdı. Elinde o esnada yanan sigara da göğsümü yakmış, sonradan fark ettim. 1 dakika kadar boğuştuktan sonra (bu arada sürekli bağırdım ama gelen olmadı yardıma) kaçtı.

Sonrasında okulda o zaman jandarma vardı, şikayete gittim. Jandarma bana bunun için dosya açarız ama ailenin de haberi olur, açılsın mı gibi saçma sapan iğrenç bir soru sordu. Kesinlikle dosya oluşturulmasını istediğimi söyledim, açtılar. Adli tıpa gittim, rapor aldım. Adamın eşgalini vs verdim. Bulunamadı. Öyle kaldı olay.

eksisozluk.com

lise birdeyken minübüste arkadan dokunmaya çalıştı hatta ben iyi niyetimdem yanlışla olmuştur diyip ayrılmaya çalışırken bile devam etti ben erkeğim lan bu ülkede kadın olmak allah kolaylık versin.

Sözlülerde genelde hiç tepki vermiyorum, yani yüzümden anlaşılıyor rahatsız olduğum ama duymamazlıktan gelmek durumunda kalıyorsun çoğu zaman. Fiziksel olanda çok ani yakalandığım için sadece arkasından bağırabilmiştim, sonrasında ağladım, çok korktum filan ama Allah korumuş yine, sanırım 12 yaşında filandım. Hala aklıma geldikçe ürperirim, şerefsiz pislik. Küçükken çekiniyorsun ve daha çok korkuyorsun, zaten o yüzden genelde küçükler bu tarz şeylere daha çok maruz kalıyor. Şimdi olsun yedi düvele rezil ederim hiç kimseden çekinmem.

küçüktüm adam dedi ki "yerde şeker var" eğildim.Hay eğilmez olsaydım ogün bugündür kendimi zkilmiş geyik gibi hissediyorum.

Kadina evde saygi sevgi olmayinca sokakta da olmuyor tabi. Sorun buyuk a dostlar...

İlçeler arası minibüste oldu, arkamdaki kolumu bayağı okşadı. İnecegim yerde karsilasinlar aileme haber verdim, 16-17 yaşındaydım o zaman. Üzerimde de kocaman panco var en amele halimle yurttan eve dönüyorum. Babam polise haber verdi, kaçmasın diye de kendi yakaladı. Biraz dövdü, sonra polise verdik. O darptan ben tacizden şikayetçi olduk. Mahkemeye gittik, orda avukat öpüşün barışın tarzında yaklaştı. Tacizci eleman da 19 yaşındaydı üzerinden bıçak falan çıkmıştı neyse ailecek gelmişler yazık dedik. Hakim sordu yanlış anlamışımdır dedim o da ben şikayetçi değilim olur böyle şeyler babadır falan dedi. Hakim geri bırakacakti annesi ordan oğlum niye kabul ediyorsun falan diye bağırdı hakim kadını azarladı sonra eleman beraat etti. Bitti gitti.

yeni tanıştığım biri tarafından duvara sıkıştırılıp öpülmüştüm. yetmemiş, beni öperken kendini de tatmin etmişti eliyle. bir sonraki aşaması tecavüzdü sanırım.

bir tepki veremedim, aptallaştım.

2 sene once 16 numarali otobusde yanimda duran sahis ellemeye kalkmisti. direk elinden tutup uzaklastirdim ama toplu tasimadayiz diye fazla uzatmak istemedim. (ne yapacagimi bilemesim desek daha dogru)

erkegim

lisede okulun ön duvarı boyunca yürürken bir gurup aynı yaşlarda çocuk yanımdan geçerken biri göğsümü ellemeye çalıştı. şok geçirdiğim için hiçbir tepki vermedim. ehliyet kursundan çıkışta elektrikler kesilmişti bir akşam. yolda bir çocuk saati sordu montumun kolunu sıyırıp saate bakarken popomu elleyip koşarak uzaklaştı. gerçekten hazırlıksız yakalandığım için yine tepki veremedim. bi gün kapalı çarşı yürürken bi adamla (bayağı büyük biriydi) çarpıştık. sonra adam beni takip etmeye başladı. ben durunca duruyor yürümeye başlayınca yürüyor bi önüme geçiyor bi yanımdan yürüyor falan korktum tabi. çarşı çıkışında polis minibüsü gördüm. gittim söyledim böyle böyle dedim. salak adam da artık onu şikayet ettiğimi anlamadı mı bilmiyorum oralardaydı. polis benle çıktı dışarı hangisi dedi (bu arada o zaman 17 yaşındayım) parmağımla gösterdim bu diye. sen git dediler bana bunu aldılar içeri utanmıyor musun sen kızın yaşındakileri takip etmeye dediklerini duydum minibüs fena sallanıyordu. bi temiz dövdüler adamı sanırım.

bu arada şimdi aklıma geldi 14 yaşındayken 2003 yazı fransadayken partimsi bir yerde bir zencinin tacizine uğramıştım yani dans bahanesiyle arkama geçip ileri geri hareketler yapmıştı belimden tutup ve o yaşlarda bunun ne anlama geldiğin anlayamamıştım , herkes gülüp bir de şaka yollu takılmışlardı bana ne anlama geldiğini ve taciz olduğunu sonra anladım o zaman da birazcık şüphelenmiştim
yine 2009 yılında 20 yaşındayım bu sefer londrada bir kız arkadaşımla restorandan çıkmıştık ve yine bir zenci bu daha genç biriydi takıldı peşimize laf atıyor takip ediyordu,adamdan kurtulmak için metro durağının karşısında bir otobüs durağında diğer insanlarla birlikte beklemeye başladık orda da adamın biri sarhoş çıktı neyse daha sonra karşıya geçip metroya bindik.Ama Türkiye de uğradığım tacizlerde kendimi kesinlikle daha güvensiz hissediyorum

Ilkolul 5 te filanim, yanimda bir kiz arkadasimla yuruyoruz. Carsida koskoca bir adam ayni zamanda da esnaf, "off bunlari ust uste koyacan, bi ona bi buna" dedi, yanindaki ayilar da kahkahalarla gulduler. Ne demek istedigini ciddi ciddi dusundugumu hatirliyorum. Ust uste? Nasi yani kule gibi mi filan diye. Neyden bahsettigini anlamam da baya zaman almisti.

Bi keresinde de yine ilkokul 4-5 filan, iki tane koca herif pesimize takildi bi ton sozlu taciz. Cok korktugumu hatirliyorum, eve yalniz donecegim icin babami aradim, geldi bi tanesini yakaladi meydanda sopayla evire cevire dovdu. Polis geldi herifi aldi goturdu sonra.

Ben de once bir okurum her zaman, illa toefl olmasi sart degil. Ayrica essayi de oyle yazmak bence gayet dogru. Onceden bi beklenti veriyosun okuyucuya, sonra da acikliyosun o noktalari.

toefl kursunda hoca hiç okumakla vakit kaybetmeyin demişti. zira sorular yazıdaki sıraya göre geliyor zaten. soruya bakıp bi önceki sorudan 1 ya da iki cümle sonrasında bağlantılı bir şey aramak daha pratik bir yöntem.

harbiden gıcık oyunmuş.
bence zaman kaybı. fazla tutulmadan sekmeyi kapatmak gerekiyor.

En sevdigim oyundu bitirmisligim vardır. Dur bir daha baslim

çok zor ama aynı zamanda saçmasapan bir oyun. acayip sinir bozucu. benim de böyle yıllarca uğraştığım oyunlar oldu ama uğraştırıyorlardı yani. bunda bir kez denedim, "bu ne amk" deyip kapattım. hiçbir çekiciliği yok. bizimle deyıl :(

new star soccer gibi oyun varken böyle şeylerle oynamayın. cidden kötü.

the ninja game'yi bitirdim ben de. n v2.0 şu;

www.play-to-play.com

ama turkce mi?

Cız bakalım draw somethingin türkçesi. Eskiden ikisinde de vardı. Belki hala vardır.

evet ve evet.

bende de var. bug muhtemelen, önceden yoktu diye hatırlıyorum. zaten akıl etmişsindir de yeni sekmede açmanı öneririm.

edit: şu an baktım bende yok dün vardı halbuki.

ben de yazdım tam böyle bi duyuru daha biraz önce. sonra sözlüğe bi bakıyım dedim genel bişeymiş. sonra göndermedim :)

Duruyolar. Kusurlu kitaplar da var kusursuz da var fiyatlari ona gore degisiyo. Yani eger kitap kusurluysa satarken soyluyo ona gore aliyosun veya almiyosun.

hangi doktora gittin? kbb'ye mi aile doktoruna mi?

hacı sana diyim o alerjik bir akıntı.
aynısı bende oluyo.

kbb, hatta profesordu bakan doktor. direkt yazdi. ilacin adi avamys.

valla profesorden iyi bilecek degiliz tabe ama bana da alerji gibi geldi... bende de var cunkum, farenjit olsam uc ay suruyor

Renksiz, şeffaf bir akıntı mı? Burun kaşıntısı, gözlerde yanma gibi şeyler de eşlik ediyor mu? Alerjiye meyilli bir bünye misiniz? Muhtemelen alerjik rinit bahsettiğiniz, antihistaminik ile sıkıntınız çözülüyorsa alerjiktir. Bir kutu antihistaminik kullanın ardından 10 gün geçince de alerji testi yaptırın, geçmiş olsun.

Avamys zaten alerjik rinit ilacı. Doktora tekrar git, bunu anlat singulair, levmont gibi bir ilaç ekler diye düşünüyorum.

burun akintisindan baska hicbir sikayetim yok. onceden geniz akintisi vardi ve sinuzit var.

@lal seffaf akinti evet.

ayrica herkese tesekkurler.

ben araştırmıştım bunu. sebebi şu: "belki vazgeçerler" umudu. kaçarsa kesin olarak vuracaklar ve ölecek. ama kalırsa milyarda bir de olsa yaşayacak.

bu.

belki işkence edeceklerinden korkuyorlardır

kaçmaya kalkarlarsa daha çok acı çekerek öldürülmekten korkuyorlar.

belki öldürmezler ihtimali.

Bununla ilgili bir şeyler okumuştum gibi hatırlıyorum. Kurban böyle zamanlarda "uslu çocuk" psikolojisine giriyormuş. "Çok iyi bir çocuk olursam affedilirim" gibi bir kafa hali. Son ana kadar umut.

kafalarını kesiyorlar. koyun gibi. ben kafam kesilerek ölmektense mermi yiyip ölmeyi tercih ederim.

isyan edip boğazın kesilerek, işkence edilerek öldürülmektense tek kurşunla işin bitirilmesi daha iyi.

erkenden ölmektense son ana kadar süvarilerin gelip kurtarmasını bekliyorlardır belki.

kaçamayız düşüncesi ve ölüme razı gelmek.

bence olay çıkartanın hemen öldürüleceğini biliyorlar ve son ana kadar olay çıkartacak başka birini bekliyorlar. olay çıkaran ölsün, çıkan kargaşada da ben sıvışayım diye bekliyodur bunlar.

ayrıca dafuq +1

adamlar yatırıp kesiyorlar lan ötesi yok. e bugüne kadar hiç adam saldıkları da görülmemiş, tuttuklarını öldürmüşler.
o zaman kurtulurum umuduyla beklemenin anlamı yok, büyük ihtimalle ben de bi umut saldırıp kurşunla ölürüm.

29 Nisan tarihini taşıyan görüşmelerde, CHP'nin önergesi, MHP, HDP ve BDP'nin destiğini aldı. Ancak Genel Kurul'da reddedildi.
Genel Kurul görüşmelerinde AK Parti adına söz alan Manisa Milletvekili Muzaffer Yurttaş, Soma'daki kömür madeni işletmelerinin "dünyada ve Türkiye'deki pekçok madene göre daha iyi konumda olduğunu" söyledi.


www.hurriyet.com.tr

(bkz: chp grubu önerisi kabul edilmedi)

soru önergesini chp verdiği için akpliler ret oyu verdi.

want2die +1

neye oy verdiklerini bildiklerini bile sanmıyorum.

want2die +1
bakınız örneği;
www.radikal.com.tr

facebooktan sol açık grubuna yazıp onlardan öğrenebilrisin nasıl temin edeceğini

kanser ilacı örneği biraz yanlış olmuş. kemoterapi çok daha uzun, ayrıntılı bir tedavi süreci. ama kapitalist sistemde satış fiyatları maliyetle birlikte rekabet piyasasının durumu ve tüketici için değeri ile saptanır.

b şıkkı emek verdik zengin olalım. sosyoloji dersinde yapmıştık bunun tartışmasını geçen, evet bi yerlerde bi kanser ilacı var ama eğer bu ortaya çıkarsa tedavi aşamasında diğer onca ilaç boşa gidecek. çıkmazsa insanların kimi için kemoterapi başarılı olacak, olmayanlar ise ölecek ama olsun onlar zengin olacak. ilaç sanayisi dehşet bir hal almış mesela kolestrol. bu konuda da yazılmış çok kitap var; kolestrolün bir hastalık olmadığına dair. bi kalıp uydurmuşlar mesela kolestrolün yüksek tamam kalp krizi riski yüksek. hobarey ilaçlara yüklenelim. yahu bi dur kalp krizinin tek bi sebebi mi var allasen.

istisna: ilaçtan ilaca değişir. yakın zamanda bi seminere katılmıştım standfordda şu an bi çalışma sürüyo mesela; down sendromlu bebekler için anne karnında uygulanacak bi ilaç var farelere uygulanmış onların da 21. kromozomu benzermiş ve bilişsel açıdan baya kademe kaydetmişler. hoca ilacın çok pahalı olduğunu ve daha uygun fiyatlar için yeni maddeler arandığını anlattı samimiydi.

klinik araştırma aşamasının diğerine nazaran çok uzun ve çok zor olması. molekül tasarımının çok üstün bir bilgi birikimi gerektirmesi. molekül tasarımına çok büyük yatırım yapmış olmanız. çünkü çok karmaşık mekanizmalar üzerinden etki ediyor. onkoloji klinik araştırmaları çok karmaşık olduğu için, en iyi ekiplerle çalışmanız gerekiyor. sıradan eğitimli, sıradan tecrübeli ve ortalama çalışkanlıkta insanların kafasının basabileceği, altından kalkabileceği yükler değil bunlar. ona göre iyi paralar ödüyorsunuz.

patentler şu şekilde ilerler:
sen başvurduktan sonra bi ilaç araştırması için o ilacın patenti 20 yıl sendedir. 5 senede o ilacı çıkarırsın, faz araştırmalarını falan bitirirsin, 15 sene piyasada ilacın olur ve tekel olursun. ama 21. yılda diğer firmalar da ilacı üretir ve rekabetle beraber fiyatlarda düşme de olur

kapital mapital vs işine girmeden...tekellikte bu durum hep vardır
ayrıca sosyal devlet ile kanser ilacının kaç paraya satıldığının bi önemi yoktur. eğer senin devletin sen kanser ya da grip olduğunda ilacı karşılıyorsa (ki gerçek sosyal devletlerde bu var) kapitalmiş falan önemli olmaz. zaten eczaneye gidip "bana bi prostat kanseri ilacı lütfen" demiyosun, grip ilacı için de dememen lazım teoride. tüm ilaçların reçeteli satılması gerekiyor.

edit: eğer 19 senede araştırma tamamlanır da piyasaya çıkmaya hazır hale gelirse şirketler o 1 sene için zahmete girmiyor. burası kapital düzen

tek sebebi hastalığın önemli olması değil. Kısmen dediğiniz şey doğru.

Bu aslında giyim firmalarının bazılarında da görülen bir örnek. Collezione ile Armani özünde aynı ürünü üretiyor. Biri daha kaliteli malzeme kullanıyor collezione'de 10 tl'ye kar ederek satılan gömleğin daha kaliteli malzemesi de de ki 5 kat daha pahalı olsun 50 tl olması lazım. Hadi aşırı kalite farkı olsun 10 kat olsun 100 tl olması lazım.

Fakat takdir edersiniz ki armani'de gömlek 300-400 tl yani 40 kat. Üretim aletlerinde çok bir fark yok. Hemen hemen aynı makinalar çalışıyor. Fakat armani tasarımcılarına deliler gibi maaşlar saçarken collezione böyle bir şey yapmıyor. Armani her zaman en pahalı şehirlerin en pahalı mekanlarında dükkan açmaya çalışırken collezione'nin böyle bir derdi yok. Armani her zaman markasını tanıtmaya milyonlarca euro saçarken collezione'nin böyle bir derdi yok. Armani'nin ürünün üretimi dışında harcadığı bu paraları da bir yerlerden çıkarması lazım takdir edersiniz ki. Tek gelir kaynağı ürün satışı olduğu için de ürün fiyatını arttırarak bu masraflarını karşılıyor.

İlaç firmalarının yaptığı şey de aslında bu. Grip ilacı dediğimiz şey çok uzun senelerdir bilinen bir şey ki ilaçsız bile tedavi ediliyor bir ton grip çeşidi. Bunun yanında daha kanser ile ilgili anlaşılmamış bir ton nokta var ve firmalar üniversitelere bu noktaların aydınlatılması için deli gibi paralar döküyorlar. Heidelberg'de kanser ile ilgili protein araştırmaları yapan bir sürü araştırma grubu var ki bir kısmı ilaç firmalarından çok büyük destekle burslu öğrenci çalıştırıyor. Bu gruplarda yazılım mühendislerinden, fizikçilere, matemitkçilerden biyologlara kadar bir sürü doktora öğrencisi öalışıyor. Başlarında da profesörler. İlaç firmalarının da saçtıkları bu kadar araştırma parasını çıkarabilmeleri için bir yerlerden gelir elde etmeleri lazım. Bu da ancak fiyatı arttırmakla oluyor. Bunun başka yolu maalesef yok. Eğer devlet denen kurum bu araştırmalar için (zararına) teşvik ayarlayabiliyor olsa ilacın masrafları da fiyatı da düşer. Fakat devletler bu tür araştırmalara girmiyorlar çünkü zaten bu masrafları ödemeye gönüllü ilaç firmaları var.

@la noix
bu verdiğiniz bilgilerde, emin olamadığım bazı noktalar var.
başvurduktan sonra ilacın araştırması için ilacın patenti... bu ifade biraz karışık. benim bildiğim patent takvimi, siz ilacı piyasaya sürmek için ruhsat aldıktan sonra işlemeye başlıyor. ilacın mucidi olan firma sizsiniz. siz bulmuşsunuz o molekülü. piyasaya çıkması için ruhsatınızı aldıktan sonra misal 17 seneliğine sadece size satış yetkisi veriyor devlet. başka kimse kopyalayamıyor o molekülü. sanırım o 15-17 sene tekel süresinin bağlı olduğu ve değişkenlik gösterdiği bir takım başka faktörler daha var.

öte yandan, bir ilaç 5 senede geliştirilemez. sıradan bir molekülün bilgisayarda ve laboratuar ortamında sentezlenmesinden sonra, eczane rafına kadar gelebilmesi için 15 sene gerekir. sadece faz III klinik araştırması 5 sene sürüyor bazı hallerde.

diğer incelenmesi gereken konu, ''gerçek sosyal devletler''. (bkz: hollanda sağlık sistemi) Hollanda sosyal devlet geçinir ya hani...

(bkz: isveç hakkında doğru sanılan yanlışlar/@viggen)

@compadrito

www.fda.gov
soru 2. filingden sonra patent 20 sene içindir.
soru 1. patent nedir? "anywhere along the development lifeline of a drug and can encompass a wide range of claims."

development lifeline

soru 3. exclusivity nedir, nelere verilir

patentler fikirlere de alınır. zaten preliminary verilerin varsa patente rahat başvurursun ve patentle beraber klinik çalışma izni alırsın.

gerçek sosyal devlet olarak hollanda veya isveç örneği vermedim. hatta herhangi bir örnek vermedim, entryleri de okumadım çünkü (gerçekte vardır yoktur beni ilgilendirmez) doğru olan bir şeyden bahsettim

5 yılda ilacın geliştirilemeyeceğini ben de biliyorum, buna mübalağa sanatı deniliyor, daha rahat anlaşılsın diye yapılır.

keşke bana mesaj olarak yazsaydın soruları. çünkü bohr'un sorularına cevap değil bunların hiçbiri

@la noix

teşekkürler aydınlattığınız ve mübalağa sanatının ne olduğunu öğrettiğiniz için.

size mesaj olarak yazmayışımın sebebi, konuyla ilgilenecek bir kaç kişinin daha bilgilenmesini amaçlamam. bohr'un sorusuna cevabımı zaten vermiştim.

demek ki ruhsatı alınca değil, ruhsata müracaat edince başlıyor takvim. eh, siz de ilacı 15 senede hazır hâle getirebildiğinize göre, piyasada o molekülün tekeli olabilmeniz için elinizde sadece bir 5 sene kalıyor. o 5 senenin 10 ya da 12 seneye uzatılma ihtimali de var.

sıradan bir molekülü geliştirmek için 1 milyar dolar harcadığınıza göre, kanser ilacını geliştirmek için harcayacağınız meblağın daha fazla olduğunu tahmin ediyorum. ilaç şirketi, insâni yardım kuruluşu değil. kâr etmek için kurulmuş ticari bir müessese. o yatırımın kâr olarak geri gelmesi lâzım ki hayatta kalabilsin, yeni yatırımlar yapabilsin. bu durumda, bu büyük yatırımın, kısıtlı bir sürede geri dönmesi gerekiyor.

ilaç şirketlerinin daha verimli çalışması ve mevzuat nedeniyle harcanan paraların biraz kısılması ile maliyetler belki aşağı çekilebilir ama o yönde bir eğilim yok. tam tersi bir eğilim var.

evet aynen o dediklerin olur. ayrıca ton çok daha tatmin edici geleceğinden daha iyi çaldığın hissine kapılırsın.

iyi gitarla çalmak/çalışmak herzaman daha iyidir. hem gitarın tuşesi rahat olur çalımı kolaylaştırır hem tonu daha hoş olur hemde iyi gitar herzaman kendini çaldırmak ister..

ben de tünelden 250 liraya set almıştım. şimdi les paul var bilsem ve param olsa inan les paul'le başlardım. çok fark ediyor. rahatlığı zaten cezbediyor. kafaya koyduysan tatava yapma bas parayı al geç :P

soylenenlere aynen katiliyorum. gitarist olmak isteyen kisinin elinde en azindan cok rahat klavyeli (calim rahatligi acisindan kusursuz olan) bir gitar olmali. calim rahatligi zaten olmali. tabii daha sonra ton konusu daha onemli hale gelecektir ister istemez.

Bacon dediğimiz domuz ürünü olduğundan Türkiye'de satışı namümkün.

Domuzsuz olanı da yok.

birçok ülkede vardı. İsmini tazo olarak aratırsanız ebayda falan bulabilirsiniz.

Elbette erkekler daha iyi yanıt verir ama kısa dönemin sevgilisi, yedek subayın arkadaşı olarak gördüklerimi yazayım, işim gücüm yok zira:
Öncelikle hepsi yere ve baştaki subayın ruh haline göre değişir elbette.
Kısa dönem (hele de ileri yaşsa) iyi küfreder. Bayağı küfreder. Genç atarlı yeni mezun teğmenlerden laf yerler. Sonra gelir, fazla özletmez.
Yedek subay uzun gider, bayağı gider ama daha rahattır, para biriktirir, ücra bir yerse ve en üst kişilerdense çayını getirtir, adam azarlayabilir vs vs.
Tabii tam tersi de olabilir, hep zamana mekana kişiye bağlı.

astegmen = sabah girer aksam cıkarsın.gomutanım derler. gidicegın yere göre elinin altına bılmem kac asker verırler onlarla ugrasır durursun ya da evrak işi yaparsın. nobetin olur.belkide kıl bir üstün olur. içtima alırsın. hafta sonu nobetın olur. sorumlulugun fazla olur. ama aksam cıkp evıne gidersin. maaşını alırsın vs.

kısa dönem=6 ayda evıne donersın.en kotu nobet tutarsın. sorumlulugun daha az olur. ayda 60 tl yada doguda (tam bılmıyorum) 200 tl alırsın.ranzalarda askerlerle yatarsın.orda duş alırsın. carşı beklersın vs

Kisa donem kalin kisa, uzun donem uzun ince derler... dogru da derler. Astegmen aksam cikar gider er kogusta kalir saat olarak Astegmen den daha fazla askerlik yaparsin ben 20 lira maas aliodum 20 lira hocam... 1 yili gecti yeni atlattim kisa donemi

Asteğmeni çok fazla iplemezler askeriyede... Rütbe olarak uzmanların, astsubayların üstüdür ama yine de sallamazlar. Arkadaşların dediği gibi memur gibisin, arada bir gece nöbetçi olursun. maaşını tam olarak bilmesem de 1500 filanmış. Ağır bir eğitimi varmış, 12 ay sonra dönersin.

Kısa dönem askerlik ise uzun dönemden tek farkı süresinin kısa olması. Çoğu yerde bu yüzden "ne de olsa diğerlerinden erken dönecek, işleri buna yaptırın" mantığı işlemekle beraber üniversite mezunu olduğunuz için posta, yazıcı, telsiz olaylarını size verebiliyolar. 6 ay yaparsın, bu süre boyunca "poşeeettt" lafını benimsersin ayda 22 lirayı cebine atar harca harca bitiremezsin.

(maaş konusu doğuda artıyor tabi, 3 kuruş için değmez, Allah düşürmesin)

askerlik yaptığım sürece hergün anama babama beni okuttukları için dua etmiştim. asteğmeni kimse sallamasa da, subaysın. erat değilsin. etrafımda kısa dönem yoktu ve karşılaştırma imkânım olmadı.

Yedek subayların askerlik hikayesi daha çoktur. Hepsi bu.

gelmez.

hocam kusura bakma, bu duyuruyu görmüşken yenisini açmak yerine bir tane de ben sıkıştırayım istiyorum müsaadenle: whatsapp'te konuşma geçmişime ulaşmamın bir yolu var mı? silinmiş ve kaydedilmemiş konuşmalara?

sadece telefondakilere ulaşsam da olur. önceki konuşmalara ilerlediğim zaman, bir noktadan sonra çat diye whatsapp'ten atıyor. yüklemeye çalışıyor, beceremiyor sanki. yani 6-7 gün öncesinin sohbetini göremiyorum.

@der meister sohbeti e-postalayabilirsin
nasilyapalim.com

@der meister whatsapp konuşmasını mail ile kendine yollamayı dene, uygulama cozutmasından dolayı ulaşamıyorsan bu şekilde telefonda o kişiyle kayıtlı olan tum konusmalara ulaşırsın.

teşekkürler. lakin, iki farklı mail adresimle de denememe rağmen, hiçbir şey gelmedi. anlaşamayacağız bu whatsapp'le galiba.

bu sapıtma durumu ara sıra olan bir şey değil yalnız, sürekli böyle. belli bir süre öncesinin konuşmalarını göremiyorum, yüklemeyip ana menüye atıyor. mail'e fotoğraf eklemeyi deneyince de aynı şeyi yaptı.

edit: mail şimdi geldi ama son 15 günü içeriyor. daha öncesini, bende öyle bir ayar olmamasına rağmen silmiş sanırım otomatik olarak. ah whatsapp ah.

www.mybilet.com

bilet alma kısmına kadar gittikten sonra misafir girişi ya da üye girişi yaparak fiyatı görebilirsin

Köksal Engür'e benzettim.
Edit: Şimdi baktım da eminim, o.

aradığınız her türlü cevap için >> eksisozluk.com

ışığın teleskopun büyük lensi/aynası ile oküleri arasında kat ettiği mesafe (arttıkça görüntü kalitesi artar).

ayna elle parlatılmış aynaysa mesela 6 inçe kadar (cm için çarp 2.5) ayna formunun olabildiğince paraboliğe yaklaşması.

cam kısımların kaplamaları. (antirefle hesaaabı)

büyük teleskoplarda, teleskobun kapalı hacimlerinde hava sirkülasyonu.

bir kilometre mercek mobilize olamaz. yani sorun hareketle alakalı bu bir. o mercek soğurken kesin deforme olur parçalanır bu iki.

ayna tercih ederler o da birçok aynanın tek bir görüntü oluşturacak şekilde dizilmesiyle olur karışık işler.

teleskoptan daha önemli faktörler de var. atmosferin kendisi mesela, ve ışık kirliliği.

Bariz belli edemese de Mehmet Demirkol diye biliyorum.

bilgin gökberk

Caner Eler :(

beyaz futbol- derin futbol

ahahah şaka lan şaka.

basligin altinda neyi kastediyordum saniyorsun kucuk sincap

nal'ın uğur getirdiğine inanılması.

"yukarda allah var" sözü, allah'ın yukarda olduğu inancı. gök tengri'dan kalma.

sanırım cenaze evinde gelenlere yiyecek dağıtılması.

islam'a ait değil ama, hıristiyanlık'a ait çam ağacı süsleme adeti için de şaman adeti denir.

Biz kötü şansı ve nazarı kovması için üzerlik dediğimiz bitkinin kurutulmuşunu yakar evin içinde gezdirerek kollarız. Çok da ruhani bir kokusu var

yörükler mezar taşlarına selvi agaci resmi ciziyorlar, her daim yesil kalan agac ölümsüzlügü simgeliyor. aynı gelenek eski germen ve iskandinav kabilelerinde de var.

elleri göğe açarak dua etme tanrının gökte olduğu inancından gelir islamda tanrı heryerdedir. Bir de tahtaya vurma olayı. Yanlış hatırlamıyorsam eğer insanlar başına kötü bir şeyin gelmesinden korktuklarında ağaçlara vurarak perileri uyandırırlarmış.

easter, nevruz falan pagan-şamanist hep.

aramaya inanmak lazimmis. ama olsun gormemis olanlarin ilgisini cekmistir belki.

duayi fiziksel olarak duvara asma.

40'ı çıkmak ve mevlüt okunması diyecektim, yazmışlar ama mevlit islamiyet'de değil türklerde olan bir şey. "eskiden ölünün 40. gününde ritüel yapıyoduk, e şimdi müslüman olduk, bari yasin okuyalım" şeklinde.

bir zamanlar 'eşik'le ilgili epey düşünmüştüm.
"eşikte oturma, kısmetin kesilir" derler. sebebi nedir? eşikte durmak iyi bir şey değil, zira eşikte bekleyen kişi gelen geçenin ayağına dolanır, insanlara mani olur. bir de cereyana kapılıp hasta olabilir. belki başka mahzurları da vardır.
şimdi, bunlar hayatın gerçekleri ise.. hangi kültürde olursa olsun insanlar bunu tecrübe edebilir. yani şaman kültüründe böyle bir inanış var diye illa ki bu sözün/inanışın o zamanlardan kalma mecburiyeti yok. ihtimalli konuşabiliriz ama o zamandan kalmıştır diye kesin bir hükme varamayız.
dolayısıyla arkadaşa katılmadığım gibi hataya düşme ihtimalinin yüksekliğini de belirterek huzurdan ayrılırım.

fm 2013 en boktan fm, sorun sende değil

%99 Virüs. ver combofix'i rahatla :)

superantispyware, malwarebytes antimalware, norman malware cleaner, kaspersky virus removal tool ve combofix ile taratmanızı öneriyorum (hepsi free programlardır). yok uğraşamam diyosanız herhangi biri de "belki" kurtarabilir.

Ben tarama ile uğraşmam sadece bunu görmeyim görev yöneticisinde diyorsan everest programını kur ve açılıştan çalışan programlardan kaldır olsun bitsin :D

olur, zamanla nasır tutar, hissetmezsin bile. yapacak bir şey yok, acıması iyidir.

Normal, Sinirlerine süreli olarak basınç yapıyorsun doğal olarak. Parmakların nasırlaşıncaya kadar ama. Sonra ver elini Loomis ver elini Becker.

bir de henüz elinizin ayarı olmadığı için :) düzgün ses çıksın teller bızıldamısın diye ultra basıyorsunuz, ona biraz dikkat ediniz, çok fazla basTIRmanıza gerek yok.

ısınıyordur.

yok ya, onunla ilgisi yok. sesi kestigim an normale donuyor.

oyle bir iş kalmadı dostum. makina var artık onu yapan.

ya biliyorum da orada gorevli ayni zamanda film izleyebilecek olan adam?

Anlamadım makinistlik mi yapmak istiyorsun? O işi yapanlara makinist denir.

sinemada calisip ayni zamanda filmleri izleyebilecegim bir sey yapmak istiyorum yahu.

Ben ünv. öğrencisiyken sinemada bilet satıyordum Part-Time. Kalan vakitlerde de film izliyordum beleş. Yalnız şimdi part_time sistemi yok sanırım.

part time olmasina gerek yok sadece sinavlara girecegim zaten.

oz büyücüsü olarak aklımda kalmış. ama emin değilim bir araştırsan iyi olur.

tam da oz buyucusunu izlerken aklima geldi. ama biraz arastirdim
"The Wizard of Oz" (1939) is not the first film made in color; that would be "Becky Sharp" (1935), which is the first feature-length film to use the three-strip Technicolor process"

diye bir paragraf buldum.

bir de diyor ki, buyuk buhran sirasinda yonetmenler para sikintisi cektigi icin siyah beyaz film cekmek islerine geldi. yoksa 20'lerden bile renkli filmler kalabilirdi.

evet ben de renkli bir kısa film hakkında okumuştum 1910larda çekilmiş, adını hatırlayamıyorum. ama teknolojisi kullanılabiliyordu yani.

"The Viking (1928) was the first feature-length Technicolor film that featured a soundtrack, and the first film made in Technicolor's Process 3."

en.wikipedia.org

edit: kinemacolor sayıyor muyuz?

"The World, the Flesh and the Devil (1914) is a British silent drama film, and is the world's first dramatic feature film to be photographed in color."
en.wikipedia.org

******

en.wikipedia.org

orjinale o parayı verme tabi ki. ebay de veya gittigidiyorda orjinal ile aynı kablolar var. ancak ilanlardaki fotoğraflardan bunu farketmek zor. eğer 1 ay beklerim dersen bence ebayden iki ayrı yerden satın al. biri çakma çıkarsa diğeri sağlam çıkar, veya biri gelmezse diğeri gelir.

muhtemelen orjinal kalitede
www.ebay.com

çakma (usb girişi jackının altındaki tombul plastikten anlayabilirsin
www.ebay.com

dealextreme.
dx.com

ben dx'ten her siparis verdigimde bundan 3-5 tane ekliyorum. hem evde, iste, arabada filan duruyor birer tane hem de bozulunca atiyorum cope yenisini kullaniyorum. 3 liralik sey hepi topu.

tabii, ara polisi gelip tavaları tencereleri alsın.

Polisi arasan ne cevap vereceklerini merak etmiyor değilim :) Ama havaya ateş etmek polislik suç tabii, apartmanı bile biliyorsanız arayın.

hangi cam olduğunu bilmiyorsan biraz zor.. polis gelip görünse iyi olur ama polis bunun için gelir mi bilmiyorum. en azından tam adres olsa iyi olur.

polisi arayin.155 i..havaya ates acildi diyin..resmi bir islemdir..gelmek zorundalar..

abi sağlam piskopatmış yalnız. ara tabi polisi.

yarın yine yapabilir. görüntü al ve suç duyurusunda bulun. tanıklarını da topla tabii. belki kayıt alan olmuştur soruştur komşularına.

polis en son adım bile diil bu konuda. gerçi hangi konuda öyle bilmiyorum

polisi ara,birisi silahla etrafa ateş açıyo de.

tava sesini hiç söylemeden aktar olayı. biri delirmişçesine havaya ateş açtı de.

bizim rahmetli bir komşu yapmıştı. tüpçünün arkasından havaya ateş etmişti. çok sinirliydi Allah rahmet etsin.
biz aramadık o zaman tabi farklıydı durum. ding dong tüpçü, satcı vs
kesinlikle aramalısınız siz.üstüne düşerseniz meskun mahalde ateş etmek filan bi caze alır. ama dikkat! polis, şikayet edenin ismini verebilir. demedi demeyin! kanunen veremez tabi de anladınız siz oni.

yanlış anlamadıysam istediğin alanı seçip Ctrl+D yaparsan hallolur.

son satırın sonunda enter'a basacaksın, başlığı da manuel formatlayacaksın.

aslinda tam olarak sebebi alt satira gecerken msn'den bir aliskanlik olan shift+enter kombinasyonunu kullanmammis.
yalnizca enter kullanilsaymis boyle olmazmis.
bunu duzeltmek icin de isaretleri gosteren sembolu tiplayip gorulen ctrl+enter sembolunu yalnizca enter sembolune donusturmek (silip entera basmak)

internet radyo ise 1 saatte yaklaşık 50-60 mb yer.

youtube vs çok daha fazla harcar.

ben tunein radio ile 7dk da 5mb civarı harcadığını gördüm. ama bitrate de direkt etkiliyor tabii. dinlediğin müziğin kalitesine göre.

o dediğiniz mesafe satışlarında geçerli. eğer bayiiden alınmışsa öyle bir hakkı yok. fakat mesafe satışıysa cayma hakkı var. süresi 7 gün.

eskidendi o işler.

etmez

varsa eksisözlük eyvallah, ama liseli ergenlerin olduğu ortama girmek için kim para verir ?

hatta düğme pile de button cell diyolar. ne bileyim bi mantık aramamak lazım, bazen oluyor böyle çok birebir kullanımlar. anadil de mother tongue misal, ilk gördüğümde chicken translate sanmıştım :d

teorim soyle: dugme kelimesi buyuk ihtimal turkce. cunku bu nesne hep vardi.

basilan dugme olan button, televizyon, telefon gibi aletlerle yurtdisindan geldi.

turkler bu ne diye sordular,
button dedi yabanci,
bizimkiler de aha elbisedekiyle ayni kelime, biz de o zaman dugme diyelim dediler.

ingiliz neden basilan button a da button dedi?
ikisi de ayni sey, ayni malzeme oldugu icin, simdi de bilgisayardaki basilan seylere button deniyor.

daha önceden bildiği bir şeyden hareket ediyorlar diye düşünüyorum ben.
mesela niye "buzdolabı" demişiz?
bence: önceden "tel dolap"ta saklanırken gıdalar, soğuk olan ve buz üreten "buz dolabı"nda saklanır olmuş.
yani dolap önceden kullanımda olduğu için yeni gelen de "dolap"lıktan nasibini almış.

ispat yuku diye bir kavram var hani.

hakaret ettigini soylemeniz kisiye hakaret sucunu attiginiz anlamina gelir. kisi isterse size dava acabilir ve siz ispat edemezseniz sikinti yasarsiniz.

www.youtube.com

favoriye attim aksama sana en kralini yollicam
september clues mus :( :)

Yurtiçi mi yoksa yurtdışı bir ürün mü ? Yani garantisi var mı ? Bu soruların cevapları fiyat belirlemek açısından önemli.

Detaylı arama ile sahibinden, gittigidiyor veya sanalpazar üzerinden gerekli fiyatı rahatlıkla biçebilirsiniz.

sim kilidi falan yok degil mi?

eger oyle ise 1000 civari etmesi gerek. 900'un altina satma derim.

sim kilidini actiramazsiniz 4s icin (ilk parti haric?) unlock yok benim bildigim.

sim kilidi yoktur aletin. satmak isterseniz sorarlar ve siz de olmadigini soyleyin turkiye'de rahatca kullaniyorsaniz.

portable and half portableden yola çıkarsak biri taşınabilir biri yarı taşınabilir olur derim

internetten arayıp resimlerini bulabilirsin aslında, portal vinçlere gantry crane; yarı portal ya da topal portallara da semi gantry crane diye aratırsan daha çok görsel de bulabilirsin. vinç firmalarının web sitelerinde ürün grupları altında da bişeyler çıkar. hee hesap kitap ya da proce - çizim diyosan, ne lazımsa söyle bakarız.

oha be.

(git: 564871)

en.wikipedia.org

Bilgisayarın rastgele sayı üretmesi mümkün değildir. Çünkü bilgisayar sayı üretmek için senin de dediğin gibi bir girdiye ihtiyaç duyar. Bu girdi sistem saati gibi kullanıcının normalde kontrol etmeyeceği bir değer olursa üretilen sayı rastgele üretilmiş izlenimi verir. Ama çoğu algoritmada art arda rastgele sayılar gibi üretildiğinde üretilen sayıların belirli bir desen izlediği görülür.

eğer sorunuzda ciddiyseniz ve rastgelellik meselesinin computation alanında nasıl çözümlendiğini araştırmak istiyorsanız, en azından size başlangıç yolu olacak olan wikipedia makalesi şurası:

en.wikipedia.org

daha popüler dille yazılmış ve işin matematik kısmını anlatmaya çalışan bir ali nesin yazısı için:

www.matematikdunyasi.org

buralarda geçen kavramlar ilk okunuşta hemen anlayacağınız şeyler olmayabilir. azıcık dikkat, sabır ve zaman gerektirir.

@zombi'nin sözlerine ithafen;

"Bu girdi sistem saati gibi kullanıcının normalde kontrol etmeyeceği bir değer olursa üretilen sayı rastgele üretilmiş izlenimi verir."

bu çok spekülatif bir söz. sayı üretiminin ne kadar rastgele olduğunu ne kadar olmadığını belirleyen kriterler var, buna göre derecelendirme yapılıp hesaplanabiliyor. "bi veriye ihtiyaç var, o yüzden rastgele olduğunu sanıyoruz ama değil" demek işin kolayına kaçmak çünkü ikisi arasında olduğunu varsaydığınız ilişki (belirli bir yerden sayının alınması ve o sayının bu yüzden rastgele seçilmemiş olması) pek o kadar da belirgin değil. e, her yerde de illa bir pattern göremiyoruz. mesela pi sayısının hesaplanabilmiş olan basamakları içerisinde bir pattern bulunamadı henüz, şimdi bilgisayara pi sayısının basamaklarını çözdürsek, sonra da bunlar içinden bir rakam seçmek istesek, sırf bu verileri biliyorsuz diye yapılan seçim rastgele olmayacak mı? matematikçiler bu rastgelelik üzerinden bunun size ne derecede bir rastgelelik vereceğini söyleyebilirler ancak dediğim gibi yalnızca belirli bir alanda hesaplamaya alışmış ve buun üzerinden bir rastgelelik arayışında olan ortalama bir insan zihni için bunları kavrayabilmek azıcık meşakket gerektiriyor. öye hap bilgi olabilecek şeyler değil maalesef.

Üniversitede veri işleme dersi almıştık. Orada rastgele sayı üretmenin iki yöntemini öğretmişlerdi. Şimdi o derste öğretilenlerden hiçbir şey hatırlamıyorum. Ama sayı dizilerini kaydırarak yapılıyordu bir tanesinde. Aynı matematik işlemini elbette bilgisayara da yaptırabilirsin.

dağdan getiriliyordu. örnek istersen eski tavernalardaki sisteme bak. koca bir buz kütlesi getirip bunu çekiçle küçük küçük kıyıp bardaklara koyarlarmış

bir de dedemlerin zamanında kar ya da buzu toprağın 2-3 metre altına gömüp saklarlarmış yaza kadar o kar - buz erimezmiş.

eski gazete'den ve kitaplardan gördüğüm kadarıyla 1910-1950 yılları arası istanbulda buzhaneler varmış kalıp buz satarlarmış. taşrada ise hala toroslarda mevcut olduğu üzere dağdan getirip satılır. kışın karlar çukura doldurulur. üzeri örtülür yazın eşekle katırla pazarda satılır.

tıbbi açıdan düşük sıcaklık gerektiğini o zamanlar bilmiyorlardı zaten. eskiden buz lüks tüketimdi herkes her zaman bulamazdı.

Back To The Future diyorum, 1884.

Hatta daha detaylı bilgi;
blogs.static.mentalfloss.com
1800'lerin başında başlamış buzun ticari kullanımı.
Ticareti başlamadan az önce de ihtiyaç olduğu ortaya çıkmıştır.

Daha da eskiye gittik;
en.wikipedia.org(building)

Ha bi de buzu tıpta yapay olarak ilk 1840'larda Sarı humma hastaları için kullanmışlar.

1775 te dr william cullen isimli bir bilim adamı su dolu bir tankta vakum ortamı yaratarak suyun bir kısmını buza dönüştürmüş. Sıvı buharlaşırken ortamdan ısı çeker prensibi kullanılarak.

Lig tv 2 ve 3 te açıksa sorun olmaz.

acmamis hayvan herifler yaa. pazar gunu islem yaparlar mi peki?

o zaman aileniz lig tv paketi almamışlar. lig tv yayını giriş paketinde de var. Maçları göstermiyorlar. açtırmak isterseniz anında yapabilirler.

ya engelli indiriminden faydalanmak icin raporlari faksladik. onunla ilgili gecikmeler oldu sanirim. elimize ulasinca arayacagiz dediler aramadilar. bugun islem yapiyorlar midir?

kuşkirazı o!

frambuaz.

acıbadem kremi gibi tadı var.

frambuaz degil ya.

uzuuuun zaman sonra ogrendim ki adi maraschino cherry imis. belki merak eden olur diye yazayim dedim.

eskiden bende de vardı. doktor göz tembelliği demişti. belli bir süre çalıştırmam gerekmişti.

km playerın 3d seçeneği var. bir deneyin.

3 boyutlu filmler zaten iki görüntü yan yana şeklindedir. Senin televizyon o iki görüntüyü birleştirecek. Televisyondaki 3D ayarını bul.

HDMI = high definition multimedia interface

Hem ses hem görüntü aktarımı için VGA olmaz. HDMI'da da klasik ucuz yollu bi kablo bile alsan işini görür.

hdmi version onemli, 1.3 de isini gorur ama fiyat farki yoksa 1.4'lu olsun.

tr.wikipedia.org

hdmi sinyali dijital olarak ilettiğinden dolayı ucuzundan alabilirsin. ya çalışır ve tam kalitesini verir, ya da çalışmaz.

çok pahalı ve arçelik marka. 400hz alıp ne yapacaksın ayrıca. hd kanal var sanki memlekette.

abi 40 inch icin pahali mi ki? HD de bluray icin? yani arcelikten daha ucuz bir marka var da ben mi bilmiyorum :)
ayrica 3D gozlukleri falan var. o yuzden biraz daha fiyatli. kotu mu diyorsun?

www.vatanbilgisayar.com

bak burda daha iyisi var daha ucuza. led tv üstelik az enerji harcar daha güzel renkleri vardır falan.

Bunun neresi ucuz? Ayrıca 400 Hz dediği yenileme hızı falan değil. LG'deki MCI değerinin Arçelik'teki karşışığı. Küçük beyinli insanların pazarlama stratejisi bu. Televizyon 100 Hz. Picture Perfection Rate dediği, yazılımsal bir şey 400 Hz. Yenileme hızıyla alakası yok.

Yılbaşında Kliksa'dan 1300 liraya LG 42LM640S aldık, öyle diyeyim.

araba bağlanır

arac bilgilerini sorguluyorlar, ruhsat sahibi babansa belki baglamaya gerek gormeyebilirler ama para cezasi var, orasi kesin.

Trafik kayıtlarına göre aracın ruhsat sahibi iseniz ceza yazar, aracı bağlamaz.
Aracın sahibi siz değilseniz hem ceza yazar hem de araç bağlanır.

eski işyerimde iken bi müşteriden satın aldığımız aracı bana vermişlerdi ve yaklaşık 6 ay boyunca o aracı ruhsatsız olarak kullanmıştım. istanbul'da üstelik. dikkat et elbette ama çok da kasma. :)