Bilimsel araştırmalara daha çok kaynak ayrılsa kesin bir şeyler yapılır mı?
"10 sene içinde ışınlanırız" diye bir kesinlik veya öyle bir şey yok ama olacak şeyi hızlandırır, büyük ivme kazandırır.
Bu gibi şeyler kaynağın büyüklüğünde ziyade kaynak planlaması ile oluyor. Zaten ar-ge konusunda başı çeken ülkelerde bilimsel çalışma yapan gruplara akla hayale gelmeyecek hibeler veriliyor ve imkanlar tanınıyor.
Plansız dağıtılan para, kaynak israfı olacağı gibi ihtiyaç fazlası para ihtiyaç fazlası istihdam doğuracağından personel niteliği de düşecektir. Hatta sonucunda beklenenin aksine bilgi kirliliği de getirecektir. Bir de tabi kaynak ayırmak kadar önemli diğer bir konu da bu kaynağı yönetecek ileri görüşlü kadrolara sahip olmak. Bu nedenle ben doğrusal bir bağlantı kuramıyorum, ama muhakkak ki bilimsel gelişmelerin ivmesi artar.
Bunun bir örneği de aslında Türkiye. Son 4-5 yıldaki ar-ge yatırımlarına ve sonuçlarına bakarsanız yukarıda söylediklerimin canlı bir örneğini görürsünüz.
Johan +1,
Şu an türkiye ar-ge ve araştırma sektörüne deli gibi hibe veriyor. Son yıllarda verilen hibe muazzamn bir ivme içerisinde ve Şu an ülkede daha fazla hibe verilecek kalifiye araştırmacı bulunamıyor.
Çok kaynağın sonuçlarından birisi bu. Bilimadamlarına sınırsız para verileceğine, eğitimin kalitesi yükseltilip daha kalifiye araştırmacılar yetiştirilebilir.
Türkiye örneğinde de görüldüğü gibi parayı bastın mı adamlar süper bilim yapmıyorlar.
La sen ne diyorsun bu memlekette o parlak beyinler var ki birçoğunu hali hazırda dünyanın en saygın üniversitelerinde ve önemli olayların geliştiği laboratuarlarda iyi pozisyonlarda bulabilirsin. Bir de bu adamların Türkiye'de olduğunu ve kaynaktan ziyade dertlerini anlatabilecek bir ortamın olduğunu düşün.
Çünkü icat yapmak için paraya gerek yok her zaman o icadın en temelinde mantığını kavrayabilecek kapasitede bir çoğunluğa ihtiyac var. Çünkü o zaman para sorununu zaten kolay çözüyorsun.
üniversitelerde pratik eğitime ağırlık verilmeli kaynak artırımıyla. Yoksa laboratuvarlar müze gibi gezilip mezun olunuyor.
her üniversitenin, her bölümün kısa ve uzun vadeli hedefleri olmalı ki planlı bir şekilde gelişme sağlansın. Şu anki durumda aynı anabilim dalında çok farklı konular üzerinde çalışan akademisyenler mevcut. herkes ayrı telden çalıyor yani. Birlik söz konusu değil.
kaynağım olsa üzerinde çalışmak istediğim çok uçuk konular var mesela. ha başarılı olunur, olunmaz orası ayrı ama bi şeyler değişeceği kesin.
öyle bir garanti yok. sadece olma olasılığını arttırırsınız.
eğer kaynağı araştırmaya verir araştırmacıya vermezsen bir bok gelişmez. tübitak araştırma projelerine destek oluyorum ayağına para veriyor projelere. maddi yardımın yanında araç-gereç yadrımı da yapıyor. millet araştırmadan para alamadığı için sırf bilgisayar vs. aldırabilmek için tübitak'a proje yapıyormuş gibi duruyor. dandik dandik projeler yapıyorlar. sonuçları falan belli değil. ama o projeden 4 tane apple bilgisayar alıyorlar.
araştırmaya kaynak vermek iyi de araştırmacı aç olduktan sonra araştırmaya kaynak vermenin mantığı yok. araştırmacılar aç aç araştırma yapmamak için özel sektöre kayıyor. özel sektörde de aç kalacak olan adamlar araştırma işini kabul ediyor. çünkü özel sektörde de yükselemeyecek nasıl olsa bari tübitaktan üç beş bilgisayar falan cukkalar.
araştırmaya özendirecek bir ortam yok. büyük icatları keşifleri bu işe büyük ilgisi olan adamlar yapar. araştırmaya ilgisi olan adamları biz yurt dışına kaçırıyoruz ya da türkiye'de özel sektöre kaptırıyoruz. çünkü adamlar araştırmayla aç kalmak istemiyor. ayda 2400 tl para verip adama bilimde çığır açacak bir şey yap diyorsun. herifin aklının %90ı ay sonunu nasıl getireceğini düşünmek için çalışıyor.
bir de ilginç bir örnek vereyim. geçen sene ekimde hollandada bir konferansa gittik. konferansta çalışmamızı sunduk. bizimle aynı çalışmayı yapmış bir de amerikalı bir grup vardı. bizim çalışma ekibimiz 2 kişi. veriyi 2 kişi topladık 2 kişi işledik makaleyi de 2 kişi yazdık.
adamlar para verip 100 kişiye veri toplatmışlar. aynı zamanda bir gsm operatöründen veri satın almışlar, 20 kişi de veriyi işlemiş. o adamlar 6 milyon dolarla bitirmişler projeyi. biz kendi cebimizden verdiğimiz 260tl ile aynı projeyi kapattık. tabii onların araştırmasının genişliği 100 birim ise bizimki 3-4 birim oldu.
bizde önce sunum yaptılar ve inan hiç hevesim kalmadı o an sunum yapmaya. çıkıp öylesine konuştum.
soruna bu örnek üzerinden cevap verirsem. para muhteşem keşifleri ilerlemeleri garanti etmez. fakat doğru yatırım mevcut araştırmaların kalitelerini çok üst seviyelere çıkarbilir.
Ben buna biraz kendi alanımdan yaklaşmak istiyorum, bu yüzden teknik konuşacağım. Olayın sadece para olmadığını anlatmaya çalışacağım. Sıkıcı veya anlaşılmaz olabilirim, uzun olacağım ise kesin. Optimizasyon çalışıyorum, yaptığım iş bir şeyin en iyisini bulmak. Bu da bir fonksiyonun en büyüğü veya en küçüğünü bulmak üzerine.
accp1.org
Örneğin, yukarıdaki şekilde en küçüğü bulmaya çalışalım. Diyelim ki hiç fonksiyonun şeklini de hiç bilmiyoruz. Bir arazi var ve o arazinin en alçak noktasında bir hazine gömülü ve biz de o hazineyi arıyoruz. Zamanımız da çok kısıtlı, öyle her yeri dolaşabilecek gibi değiliz. Biri de bizi C noktasına yukarıdan atıyor, orada bırakıyor. C noktasının yüksekliği dışında başka bir bilgimiz yok. Sağa doğru gidince dağ var, sola doğru gidersek vadi gibi bir yere iniyoruz. Doğal olarak biz de bölgedeki en alçak noktayı aradığımızdan vadiye inmeye meyilliyiz. “Şu dağı bir çıkayım” demiyoruz ama “Şu vadiye bir ineyim, bakalım daha ne kadar aşağı iniyor” demeye meyilliyiz.
Bu arada ortalıkta 3 kişi daha var hazineyi arayan, onlar da benim vadiye indiğim bilgisini aldılar, “aychovsky aşağıya iniyormuş her geçen saat” dediler, aşağıya doğru gittiğim için beni başarılı gördüler ve önüme geçmek için A, B ve D noktalarından aramaya başladılar. Hepimizin eninde sonunda varacağı yer x1 noktası ve hiçbirimiz hazineyi bulamayacağız. Çünkü o hazine dağın arkasındaki vadideki x2 noktasında saklı. Buna yerel optimum noktası diyoruz, Calculus almış olan herkesin bileceği bir şey. Türev al, sıfıra eşitle, noktayı bul, ikinci türevi al, konveksliği incele, ona göre karar ver.
Şimdi işi büyütelim ve 10 değişkenli şöyle bir fonksiyonda en küçük noktadaki hazineyi bulalım.
www.sfu.ca
Bu durumda, durum iyice fenalaştı. İyice körüz bu arazide. Üstelik görüş açımız çok az, çünkü her yanımız dağ tepe. Herhangi bir noktaya fırlatmışlar bizi sağımızı solumuzu zor görüyoruz. Sadece tepeyi inmeye çalışıyoruz. Nerede ne tepesi var, ondan da doğru düzgün haberimiz yok. Görebildiğimiz sadece 2 değişken için aşağıdaki şekil, 10 değişken için bunun çok çok kat fazlası.
deap.gel.ulaval.ca
Dolayısıyla tepeyi inmeyi başaran birini bekliyoruz. O başarılı olunca biz de onun hareketlerini taklit etmeye çalışıyoruz. Konduğumuz nokta önemli ama tepe sayısının çokluğundan zaten yokuş aşağı gittiğimizde %99.9’umuzdan fazlasının konacağı yer yerel minimum.
Bu noktada ise başka başka algoritmalar geliştiriyoruz. Birisi birimize “Sen bir şu yöne git”, diğerimize “Sen de tam tersi yöne git”, bir başkasına “Sen de şu tarafa dosdoğru git” gibi ama böyle rastgele değil de bir sistematiğe bağlı öneriler veriyor. Biz de onları takip ederek en alçak noktadaki hazineyi bulmayı umuyoruz. Elimizdeki en büyük risk “Burası en alçak nokta” diyerek hazinenin olmadığı bir yerel optimumda hazineyi aramak. Bu yüzden bazı algoritmalara “çılgınlık” operatörü eklenir. Hazineyi arayan elemanlardan birine “Şimdi seni bu noktadan alıp rastgele başka bir noktaya atıyorum, bakalım ne yapacaksın” deniverir, o eleman haritada hiç açılmamış bir alanı keşfetmeye çalışır.
Ar-Ge’yi buna benzetmiyorum. Çünkü yukarıda başarılı bir davranışım taklidi var, bu da Ar-Ge’nin tanımına ve doğasına ters düşen bir şey. Ancak, Ar- Ge harcama planlarını tamamen buna benzetiyorum. Eskaza güzel bir momentum yakalanıyor, sonra da herkes o momentumun peşine takılıyor ve aynı vadiyi iniyor. Çünkü, bilimin para dışında çok daha büyük bir baskısı var: Hızlı bilim. Amerika’nın başını çektiği “hızlı bilim” ekolü dağın ötesine geçmeye pek izin vermiyor. O kadar giderseniz, siz hızlılık kriterlerini karşılayamadığınız için projenize para da alamazsınız, işinizden de edilirsiniz. Dağın arkasında bir küresel optimum olup olmadığının garantisini veremez kimse ama keşfedilmedikçe o dağın arkası bizim için ayın görünmeyen yüzü gibi hiç görmeyeceğimiz bir şey olarak kalır.
Bu durumda Avrupa ne yapıyor. Avrupa kültürü gereği çılgınlığa daha yatkın. Hatta, Rönesans kültürünün getirisi ile geleneksel olarak böyle bir kültür vardır. Çılgınlık ise sabır gerektirir ve sonucu belirsizdir. Dolayısıyla çok büyük bir risk var elde ve siz avucunuzu açıp beklemek zorundasınız. Bu sırada dünyanın gözünde “Hiçbir şey yapamayan, bir şey beceremeyen bir araştırma bütünü” olarak kalıyorsunuz. Bir yandan da karşınızda sürekli “fast food” gibi “fast science” üreten bir Amerikan ekolü var. Çok üretken ve bu üretkenlik dünyanın dilinde. Siz ahesteliğiniz ile onlarla yarışmaya kalkıyorsunuz. Herkes de sizin bir şey bulup bulmayacağınızdan umudu kesmiş. Bu durumda ortaya Bologna Süreci çıkıyor ve Avrupa Kültürü’nü Amerikan Ekolü’nde dönüştürüyor. Avrupa’da da bir fast science kültürü oluşmaya başlıyor ama bir alışmadık götte don durmuyor; geneli yalpalıyor, yetişemiyor. Bu durumda, Avrupa çılgınlığı elden bırakmış durumda. Geri dönerse en baştan başlamak zorunda, çok zaman kaybetti. Kaybedilen zamanı kaldırmayı göze alamıyor. Dolayısıyla bir şekilde bu fast science’a adapte olmak zorunda hissediyor kendini.
Avrupa’nın şu anda yaşadığı duruma yönetimde yol bağımlılığı – path dependency deniyor. Path dependency de şu: Siz en başta bir seçenek seçerek, daha sonra seçebileceğiniz seçeneklerin bir kısmını elersiniz, çünkü seçeceğiniz şey ilk seçtiğiniz şey ile tutarlı olmalı. İkinci bir seçimle de aynı şekilde ilerideki seçeneklerinizi sınırlandırırsınız.
amr.aom.org
Yukarıdaki şekilde path dependency daha açık görünüyor. Oradaki noktaların/yıldızların hepsi birer seçenek. Siz seçenekleri seçtikçe, ilerisi için kendinizi kısıtlıyorsunuz. Bunun en son vardığı nokta ise, artık tek bir yoldan başka yolunuz kalmadığı, diğer yolların maliyetlerinin çok fazla olacağı. Bundan da vakit çok geç olmadan, birileri “Gittiğimiz yol, yol değil” demeden fark edip, o yoldan dönmek, başka seçeneklere sıçramak gerekiyor.
Bu yol bağımlılığını oluşturan en önemli etkenlerden biri de geçmiş başarıları kendine örnek almak ve bilgi körlüğü. Bir konunun ne kadar içine girerseniz, o kadar büyük resme bakamaz hale gelir ve ayrıntılara boğulursunuz. Ayrıntılara boğuldukça da çeşitli seçeneklerin varlığını fark edemeyebilirsiniz. Aynı şekilde, daha önceki başarılı çalışmaları “2 Hidrojen, 1 Oksijen her zaman su verir” mantığı ile takip etmek de insanı en sonunda tek seçeneğe mahkum eder, böylelikle dağın arkasında vadi mi var, cennet mi var; zamanla oraları da vahşi bitkiler sarar, iyice görülmez hale gelir.
Türkiye’deki üniversiteler için de konuşmak gerekirse çoğunun daha bir kimlik veya ekol oturtmadığını söyleyebiliriz. Boğaziçi ise her zaman Amerikan ekolü ile çalışmıştır. Diğer üniversiteler de artık rotalarını hızlı bilime doğru çevirmektedir. Örneğin, Şenol Pişkin adlı bir doktora öğrencisi açık kalp ameliyatını sıfır hata ile gerçekleştirme konusunda yaptığı doktora tezi ile büyük bir ödül kazanmışken; tezini 6 yılda bitiremediği, yani bilimi yeterince hızlı üretemediği için işinden araştırma görevliliğinden olmuştur.
www.sabah.com.tr
Kötü bir noktada mıyız dünyacak? Bilemeyiz, karşılaştıracağımız paralel evrenlerin hiç birini bilmiyoruz. Yine de bu kadar hızlı bilim için akademisyenlerin günü kurtarmak durumuna gelmesi ve paranın bilimi en hızlı üretene verilmesi ile, üstüne de bu yola artık bağımlı olunması ile, ilerideki bir cenneti kaçırdığımıza inanıyorum.
yine standart bir türk yaklaşımıyla pragmatizm üzerinden soru sormuşsunuz.
parayı bastırırsın bilim olur (veya olur mu?)
ama işte sıkıntı türk tipi pragmatizmde, bunu sözlükte de yazmıştım. bir makineye ihtiyacınız varsa, parayı bastırmanız onun geliştirilme sürecini hızlandırabilir.
ama aslında o makinenin çalışma ilkelerini tümüyle değiştirecek bir gelişme elde etmenizi sağlamaz.
bilim adamlarının da farklı disiplinden bilim adamlarıyla hatta fizikçilerin, mühendislerle, felsefecilerle bir arada bulunması gerekir böyle şeyler için.
perişan haldeki sosyal bilimleri geçin, bugün toplumumuz bir fizikçinin sonunun işsiz kalmak olduğunu düşünüyor. temel bilimler tamamen yük olarak görülüyor bu ülkede, bu şekilde davranırken, mühendislerin önüne ne kadar para, ne kadar malzeme yığarsanız yığın, sonuçta elde edeceğiniz sınırlı olur.
neresi olduğu farkediyor hocam.
yaratıcı düşünce, buluşcu düşünce, baskıcı ortamlarda serpilip gelişmez. kırbaç zoruyla falanca silahı buldurursun belki. ama deha sınırına yakın veya deha derecesindeki beyinlerin üzerindeki baskıyı kaldırdığında, onları demotive edecek faktörleri birer birer elimine edip, ''mümbit'' zemini oluşturduğunda, bir kaç 10 sene içinde beklenmedik gelişmeler yaşanabilir.
o beyinlere çocukluklarında, 'otur! icat çıkarma şimdi!' denmemiş olmalıdır.
tek eksik para değil. onyıllar içerisinde, yüksek potansiyel taşıyan beyinlerin bir araya toplanmaları, iyi yönlendirilmeleri, demotive edilmemeleri, nesillerden gelen bir yüceltme 'değer'iyle taltif edilmeleri ve iyi organize edilmeleri gerekir.
godsparticle hocam, ne kadar çarpıcı bi örnek vermişsin öyle!