**************
çalan kapı sesiyle irkildi. hemen defterini ve kalemini birbirine paralel ve 10 cm aralık kalacak şekilde masanın üstüne özenle yerleştirdi. gelen, yeni arkadaşı halil'di. insanları daha iyi tanımak için yaptığı bu küçük oyunlar işe yarıyordu. hızlı selamlaşma faslının ardından kahve hazırlamak için mutfağa gider ve yokluğunda neler çevirildiğini öğrenmek için misafirin ardından özenle hizaladığı eşyaların açı ve konumunu tekrar gözden geçirirdi. eğer kurbanı bu tuzağa düşerse bir dahaki sefere daha mahrem eşyalarını ulu orta bırakıp bu testi bir sonraki aşamaya götürürdü. ama bu sefer olmamıştı. çünkü ercan, yüreğinde kötülük ve kuşku olmayan saf biriydi. daha birkaç gün evvel parkta ağlarken yanına gelmiş, biraz merak biraz da şevkat dolu bakışların ardından iki dost olmuşlardı. görülür şey değildi, birbirini tanımayan iki yetişkin adam sırf diğeri ulu orta ağlıyor diye dost olmuşlardı. hemde ne dostluk. çok ilginç adamdı şu halil vesselam. ilk görüşte yufka yürekli, cana yakın bir izlenim bırakırken, daha sonraları bu şefkat duygusu yerini şüpheye bırakıyordu. onun aksine yusuf kapalı kutuydu. ilk bakışta çok soğuk biri görünse de kalbinin kapısını açtığı insanlara en az halil kadar bağlanıyordu. tabi bu durum, yıllar süren yalnızlığın getirdiği tuhaf düşünce ve gelenekleri devam etmesine mani olmuyordu. halil, odadaki hiç bir şeye dokunmadan onu bekliyordu. hiç bir ses duymayan yusuf ise bu suskunluğun sebebini merak ediyor ve yine karşıdakine sormaktansa her hareketini, geliş saatini, kıyafetini şöyle hızlıca aklına getirip olası senaryoları zihninde şöyle bir sıralıyordu. bu durumdan nefret ediyordu. maden işciliği diyordu buna. çünkü çok yorucu bir işti. Kronik zannettiği baş ağrılarının sebebi de buydu. halbu ki ercan'daki bu sessizliğin ve sebebi masum bir müjdeden ibaretti. İş bulduğu müjdesini vermek için gelmişti. kahvesini yudumlarken, müjdesini vermişti. fikir yürüttüğü ihtimaller suya düşen yusuf'un memnuniyetini sergilemek için gösterdiği çaba ise amatör tiyatro oyuncularına ders olarak okutulacak biçimde yapmacıktı. ercan, daha işbaşı yapmadan hayallerinden bahsetmişti. ilk maaşımla seninle istanbul turu yapıcaz. sultanhamet'e çıkıp yürüyerek eminönüne gideceğiz. oradan vapurla boğaz turu. bakarsın 2 kız buluruz. onları da ben çekerim. iyi bir dinleyici olan yusuf ise onaylayan kafa hareketlerinden başka birşey yapmazken aklından yıllar önce yaşadığı aynı heyecan ve akabinde gelen hayalkırıklıkarı geldi.
***************
yazma abi.
Hobi olarak bile onermem.
(bkz: martin eden)
bu kitabı okumalısın öncelikle, zaman alacak, kendini geliştirmen gereken bir iştir bu. daha ilk günden konu ile ilgili geleceğini random insanların eline bırakırsan elbette yazamazsın.
çok çalışman lazım çook.
Yazi hic duru değil. Okurken yoruyor. O yuzden hepsini okuyamadim.
Bence cabala yazmanin ogrenilen bi sey olduğunu düşünüyorum.
Okumuyorsun falan demek haddime değil, okuyup okumadığını da bilemem ama bir yazmak için bin okumak gerek bence. Çok dolambaçlı anlatmışsın biraz gizem katmak adına. Kesinlikle yazmayı bırakma. Her yönetmenin başlangıçta lanet ettiği filmleri, her sanatçının ben ne yapmışım ulan böyle dediği eserleri vardır. O yüzden yaz. Ama blog falan aç, buradan da link paylaş mesela. Feedbackler iyiye evrildikçe daha da gür çıkmaya başlar sesin, yazma şevkin de artar. Ama bırakma yani.
halil kim, ercan kim? önce isimde bir karar kıl istersen. imla çalışman gerek fazlasıyla. bazı cümle yapıları hatalı. 2 kız denmez, iki kız denir ayrıca.
hobi olarak yaz istersen sadece?
sizin fıskolocik sorunnarınız var. kendinizi iyi hissetmeniz için yazın.
satırları okumadım çünkü "beğenirseniz kitap yazıcam" tavrı fazla ciddiyetsiz geldi. satır satır şunları söylemek istiyorum, artistik yapçam biraz kusuruma bakma,
> yazı yazmaya kitapla başlanmaz, öyle bir niyetin varmış gibi çıkardım yazdıklarından.
> paragraf diye bir şey var, kullanırsan daha rahat olur.
> yazıyı insanlar beğensin diye yazma. öyle olursa sadece hevesin kırılır, bırakırsın. beğeni kısmını kitap çıkaracak seviyeye geldiğinde düşünmen lazım. şu an tek rakibin kendinsin. insanları sktir et, kendi yazdıklarını kendin eleştir.
> armagan da söylemiş, bir yazmak için bin okumak lazım gelir. yalnızlık ve loserlıkla yazarlık arasında nasıl bir bağlantı kurduğunu merak ettim ayrıca.
> biz beğenelim diye yazacaksan, hiç yazma boşver. yok ben yazmak istiyorum diyorsan, bol bol roman oku. nasıl kurgulamış, nerede ne yazmış... incele. olay örgüsünü ayrı, yazım tarzını ayrı incele. betimlemelere dikkat et. bir sayfa boyunca duvarı anlatırken mesela, kaç kez "duvar" yazarak başlamış cümleye? anlatımı nasıl çeşitlendirmiş, renklendirmiş? ne yapmış? duvar çok güzeldi. sokağa bakıyordu. adam, duvara baktı. duvar gerçekten de çok güzeldi hmmm mı diyormuş? demiyorsa, nasıl anlatmış? işte bunlar hep detay.
> hitler amcanın bir sözü vardı, "kitabı baştan sona mal gibi okumanın faydası yoktur, önemli olan o kitaptan alman gerekeni almaktır" gibisinden bir şeydi. okumak, yazım kabiliyetini geliştirir elbet. ama süreci hızlandırmak için hem bol bol yazmak, hem de okunan şeyi etraflıca incelemek, "hmm okuyoz işte" deyip geçmemek gerekir.
> yazım kabiliyeti geliştirilebilir bir şey olmakla birlikte, BENCE, belli bir seviyenin üzerine çıkamaz. iş bir noktadan sonra hayal gücüne kalıyor çünkü, eğer roman falan yazacaksan. gerçi o da geliştirilebilir bir şey.
velhasıl, niyetin depresif tumblr kızı/oğlanı olmak değilse, böyle bir tutkun varsa ve yazmak istiyorsan olumlu olumsuz tüm laflarımızı siktir edip yazmaya başla. yooook ben öylesine yazcam diyosan, yine yaz tabii, yazmak iyidir. ama kitap çıkarıcam diye gaza gelme.
bence "yazma" denecek kadar kötü değil daha kötü kitaplar okudum emin olabilirsin.
yazmayı bırakma.
sana şunu söyleyeceğim: imaj çok önemli. bunu neden söylüyorum? şu satırlar bir editörün elinden geçse, yazım hataları ve düşük cümleler toparlansa insanların tepkileri çok farklı olur. çünkü kitapçılarda bestseller diye satılan birçok kitapta böyle sayfalar mevcut. yazında içerik açısından "aman tanrım muhteşem" denilecek bir şey olmasa da yerilecek bir tarafı olduğunu da sanmıyorum. bu paragrafın redaksiyonunu yapıp sana mesaj atacağım. bir iki hafta sonra o metni kullanıp bu soruyu tekrar sor, bakalım bu sefer tepkiler nasıl olacak :)
nerede detaya girip girmeyeceğini hiç bilmiyosrun demiş birisi. bence haklı.
ömer seyfettin okumuş, çehovu sevdiğine inanmaya çalışmış, yusuf atılgan gibi yazmaya heveslenmişsiniz gibi. olay mı durum mu? mesela; bir bardağın elinizden düşmesi bir olay mıdır? yoksa durum mudur? bunu anlatırken ömer seyfettin mi olacaksınız, yoksa çehov mu? neyse, bu kadarcık bir yazıdan hüküm vermek istemem. haddim değil. sormuşsunuz diye fikrimi beyan etmeye çalıştım. yazmaya devam edin elbette. daha çok yazın. sadece anlatımınızı sadece beğendikleriniz ve kopyalama isteklerinize göre ayarlamaya çalışmayın. ben öyle pek kitap okuyan birisi değilim, bitirebildiğim kitaplar var elbette. benden daha ciddi önerisi olanlar olacaktır. son olarak, gerçekten yorucu cümleleriniz. cümle sonrası ve gelen cümle arasındaki noktalar, kıkırdak kemiklerinin takılışı gibi. duraksatan ve dikkat dağıtıcı.
ek: bence kitap yazmayın. şimdilik. ( şerhimi, yarın bir gün nobel alır da, ekşi duyurudaki monitör canavarları, bana yazma demişti falan dersin diye ekliyorum )