Bildigim kadariyla 2002den sonra akp ortadoguya yonelmeye baslamis idi. Soyle az biraz bir seyler soyleseniz de ogrensem. Hi?
ortadoğu üzerinde bizim izlediğimiz değil ancak dünyanın bize izlettiği bir politika olabilir. sırayla hepsi yavaş yavaş abd, ingiltere, fransa, almanya sömürgesi haline gelecek. çeşitli bahanelerle savaşlar açılacak, iç savaşlar çıkacak. sıra bize gelir mi dersen, zannetmiyorum. zira bizde petrol yok. olsa bile alın abiler sizden değerli mi der veririz bu ülkelere.
konuyla ilgili olarak sadabad pakti'ni bir arastirmanizi tavsiye ederim.
www.tesam.net
II. Ortadoğu’da Barış ve İstikrar Modeli: Sadabad Projesi (1928-1937)
1937 yılında Türkiye, İran, Irak ve Afganistan devletleri arasında imza edilen Sadabad Paktı Ortadoğu bölgesinde büyük güçlerin etki ve müdahalesi olmaksızın tamamen bölge devletlerinin insiyatifi altında ve Türkiye’nin önderliğinde oluşturulan ilk ve yegane bölgesel işbirliği organizasyonudur. Atatürk döneminde Türkiye’nin Ortadoğu politikasının zirve noktasını temsil eden bu paktın en temel özelliği özgün ve yerel bir siyasi ve stratejik organizasyon olmasıdır. Bu özelliği dolayısıyladır ki Ortadoğu bölgesinde Batı güdümünde kurulan diğer paktların hiçbirisi Sadabad Paktı gibi bölgede kabul görmemiş ve dolayısıyla da uzun ömürlü ve başarılı olamamıştır.
Bu pakt Türkiye’nin 1920’li yılların sonlarına doğru uygulamaya koyduğu ‘Garpta Balkanlılar, Şarkta İran, Afgan ve Arap milletleri arasında bir ahenk aramak ve bunlarla ayrı ayrı ve hep birlikte iyi komşuluk nizamı kurmanın çarelerini araştırmak… politikasının neticesi olarak ortaya çıkmış bölgesel bir Türk projesi idi. Bu bağlamda Türkiye, Ortadoğu’daki ülkeler üzerindeki etkisini arttırmak için yeni bir aktif politika hamlesi başlatmıştı.
Bu politikanın ilk hedefinde Irak ile ilişkileri geliştirmek düşüncesi yer almıştır. Zira, Irak hem coğrafi-kültürel ve hem de siyasi nedenlerden dolayı olarak Türkiye’nin münasebetlerini geliştirmek istediği ülke olmuştur. İlk adım, Irak Kralı Faysal’ın Haziran 1926’ta Türkiye’yi ziyaret etmesiyle atılmış ve neticede imza edilen Ankara antlaşmasıyla Türk-Irak sınır sorunu çözüme bağlanmıştı.
Aynı yıl Türkiye, İran ile dostluk ve işbirliği antlaşması imzaladı. Aynı şekilde Türkiye 1928 yılında Afganistan ile bir dostluk antlaşması imzaladı. Türkiye, Afganistan’a Askeri Misyon ve öğretmenler göndermek suretiyle bu ülke üzerinde nüfuz sahibi olmuştu. Türk Hükümeti aynı zamanda Yemen İmamı Yahya ve Necit ve Hicaz Kralı İbni Saud ile de yakın ilişkilerini devam ettirmişti. Şubat 1929’da İbni Saud’un temsilcileri Ankara’yı ziyaret etmiş ve Türkiye ile bir dostluk antlaşması imzalanmasına ve Türkiye’de Saudi temsilciliğinin açılmasına karar verilmişti. Mustafa Kemal yönetiminin bu yoğun diplomatik ve siyasi atakları nihayet 1937 yılında, Doğu birliğini oluşturmak projesine ilk adım olan, Sadabad Paktı’nın kurulmasıyla ilk meyvelerini verecekti.
Bu dönemde Ortadoğu’daki devletler özellikle Afganistan, İran ve Irak bölgedeki iki hakim güç olan İngiltere ve Sovyet Rusya’nın nüfuz ve baskısından şikayetçi idiler. Türkiye ve diğer bölge devletleri 1920’li yılların sonlarına doğru Ortadoğu’da egemen olma yarışına giren iki emperyalist güç arasında bir denge siyaseti takip etme yolunu seçmişlerdi. Bölgesel bir ittifak böyle bir denge siyasetinin uygulanmasına yardımcı olacağı gibi herhangi bir İngiliz-Sovyet çatışması durumunda bölge devletlerinin tarafsız bir politika takip etmelerine de imkan sağlayacaktı. Ayrıca bu dört devletin öncelikle kendi aralarındaki sorunları halletmeleri ve sonra bir bölgesel ittifak kurmaları bu devletlerin hem bölgesel alanda hem de uluslararası alanda ellerini güçlendirecekti.
Ortadoğu bölgesinde mevcut İngiliz hegemonyasına karşı Sovyet Rusya’ya yaslanarak denge kurmaya çalışan bölge devletleri iki emperyalist güç arasındaki bu sıkışık durumdan kurtulmak üzere 15 Haziran 1928 yılında ilk adımı atmışlardı. Bu tarihte Tahran’da bir araya gelen Türk-İran ve Afgan temsilcileri kendi aralarındaki mevcut ikili antlaşmalara yeni protokoller ekleyerek aralarındaki münasebetleri geliştirmeye ve bölgesel bir işbirliğine yönelik önemli bir adım atmışlardı.
Ancak bu bölgede 1920’li yıllarda İngiltere ile Sovyetler Birliği tarafından şekillendirilen güçler dengesi ve siyasi şartlar 1930’lu yıllardan itibaren değişmeye başlamıştı. Bu dönemde Almanya’nın Avrupa’da ve İtalya’nın da doğu Akdeniz ve Ortadoğu bölgelerinde revizyonist güçler olarak ortaya çıkmaları global dengeleri olduğu gibi bölgesel dengeleri de altüst etmişti. Artık Ortadoğu ülkeleri yeni ve farklı bir tehdit ile karşı karşıya idiler. Bu yeni tehdide karşı eşit şartlarda olmak ve bağımsızlıklarını zedelememek kaydı ile bölge devletlerinin İngiliz yada Sovyet desteği araması icap edecekti. Bu şekilde bir strateji geliştirmeyi planlayan bölge devletleri, inşa edilecek bir bölgesel pakt vasıtasıyla bu iki hegemon güç ile kendi aralarında eşit şartlarda bir işbirliğinin yapılmasının mümkün olacağını düşünmekteydiler.
Böylece 1930’lu yıllardan sonra Ortadoğu ve Doğu Akdeniz bölgesinde gittikçe tehlikeli bir hal almaya başlayan siyasi ve stratejik durum başta Türkiye olmak üzere bölge ülkelerinin bölgesel işbirliği arayışlarını hızlandırmıştır. Bu şartlar altında Türkiye, 1928 yılında Irak ile ikili bir pakt oluşturmak için bazı teşebbüslerde bulunacaktı. Ayrıca, bu dönemde Irak’ın Türkiye’de ortaya çıkan Kürt isyanlarına destek vermemesi ve hatta bunlara karşı sınırda tedbirler alması Türk-Irak ilişkilerinin büyük bir ivme kazanmasına zemin teşkil etmişti. Daha sonra Temmuz 1931’de Kral Faysal ve Başbakan Nuri Said Paşa Türkiye’yi ziyaret etti. Atatürk bu ziyarete çok önem vermiş ve şunları söylemişti:
Bütün gayretlerini sulh içinde inkişafa hasreden ve komşularıyla ve dünyanın bütün milletleriyle karşılıklı samimiyet ve müsavat esasları dahilinde iyi geçinmeyi şiar edinen Cumhuriyet Hükümeti, Irak’ın gittikçe artan bir terakki ile huzur içinde mesut ve müreffeh olmasını alaka ile takip ve temenni etmektedir.
Milletler arasındaki bağların ve alakaların inkişafında pek mühim olan ve tarihin seyrinde daima tesirini gösteren coğrafi, iktisadi amillerden başka, bugünkü karşılıklı menfaatleri ve dahili, harici sulh ve sükun siyasetleri ve münasebetleri de Irak ile Türkiye’yi birbirine yaklaştırmakta ve daha çok dost yapmaktadır. Bu görüş ve anlayışta müşterek olduğumuz kanaatini ifade etmeme müsaadelerini rica ederim.
Faysal ise cevaben Atatürk’e tamamıyla katıldığını ve iki ülke ilişkilerini çok daha iyi seviyeye gelmesini arzu ettiğini bildirmişti. Görüşmelerde iç ve dış olaylar hakkında ve sınır güvenliği ve Kürtlerin durumu konularında görüş alışverişi yapıldı ve iki ülke arasında işbirliğine gitme kararı verildi. Bu aynı zamanda Sadabad Paktına giden yolda atılmış bir adımdı.
Irak’tan sonra Türkiye ikinci adım olarak, İran ile komşuluk ilişkilerini geliştirmeyi planlamıştı. İki ülke arasında 1926 yılında imza edilen tarafsızlık ve saldırmazlık antlaşması bu yolda önemli bir adımdı. Ancak, iki ülke arasındaki bazı sınır sorunları ikili ilişkilerin ilerlemesini engellemekteydi. 1931 yılında Türk Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın Tahran’ı ziyareti neticesinde Türkiye ile İran arasında vuku bulan sınır sorunları halledilmiş ve bu konuda yeni bir anlaşmaya varılmıştı. Bundan sonra iki ülke arasındaki ilişkiler hızla gelişmeye başlamıştı. Ocak 1932’de Tahran’ı tekrar ziyaret eden Türk Dışişleri Bakanı İranlı meslektaşı ile birlikte Irak’a bir çağrı yaparak üçlü bir pakt oluşturmak istediklerini ilan etmişlerdi. Bunun üzerine aynı yılın Nisan ayında Irak Kralı Faysal Tahran’a gelmiş ve yapılan görüşmelerden sonra bir pakt oluşturma konusunda Türkiye ve İran’ın ortak hazırladıkları bir taslak Temmuz ayında Irak Hükümetine gönderilmişti.Bu yeni durum üzerine Eylül 1935 yılında Milletler Cemiyeti’nin (MC) Cenevre’deki toplantısında bir araya gelen Türk, İran ve Irak heyetleri bir saldırmazlık paktı inşa etmek üzere bir taslak hazırlamışlardı. İtalya’nın bu sıralarda Habeşistan’ı işgali bu üç ülkeyi birbirlerine daha çok yakınlaştırmıştı. Bunu müteakip İran ile Irak heyetleri iki ülke arasındaki dostluk ve işbirliğini geliştirmek üzere bir antlaşma yapılması konusunda anlaşmışlardı. Türkiye’nin her iki ülkeye de baskı yapması ikili antlaşmanın imzalanmasında etkili olmuştu.
Fakat, Irak’ın İran ile Şat ül Arap üzerinde olan sınır ihtilafının çözümünde ısrar etmesi planlanan paktın son şeklini almasına engel olmaktaydı. Şat’ül-Arap sorununun bu şekilde bir müddet daha devam etmesi üzerine 1937 yılının Nisan ayında Irak Dışişleri Bakanı Naci el Asil çözüm bulmak için Atatürk’ten yardım istemişti. Aynı zamanda İranlılar yaptıkları açıklamalarda bu meselenin düğümlenmesinden İngiltere’yi sorumlu tutuyorlardı. Aras’ın aynı yılın Nisan ayında Irak ve İran nezdinde tekrarladığı arabuluculuk teşebbüslerinin bir sonuç vermemesi Türkiye’nin bir bölgesel pakt inşa etmek yolundaki ümitlerinin oldukça zayıflamasına yol açmıştı.
Ancak, Aras aynı yılın Haziran ayında Bağdat’a yaptığı ziyaretinde önemli bir başarı elde etmişti. Türk Dışişleri Bakanı, İngiltere’nin etkisini zayıflatmak amacıyla İtalya’ya yaklaşmaya ve silah almaya çalışan Irak’a sert çıkmış ve Bağdat’ı bu fikrinden vazgeçirmişti. Aras, ayrıca, bu dönemde Irak’ta işbaşına gelen ve Türkiye’ye daha fazla yakınlık duyan Hikmet Süleyman yönetimine, Irak’ı Arap dünyasının liderliği konusunda destekleyeceklerini bildirerek Bağdat’ın güvenini de kazanmıştı. Nihayetinde Türk Dışişleri Bakanı’nın teşebbüsleri sonuç vermiş ve Irak, Şat ül Arap sınırı üzerindeki ısrarından vazgeçtiğini açıklamıştı.
Bunun üzerine Türk Dışişleri Bakanı 28 Haziran’da Tahran’a hareket etmiş ve müteakip olarak Naci el Asil 2 Temmuz’da bu şehre gelmişti. Nihayet İran ile Irak sınır arasında Şat ül Arap üzerindeki sınır ihtilafı 4 Temmuzda iki ülke arasında akdedilen anlaşma ile çözüme bağlandı. Bundan sonra Afgan Dışişleri Bakanı acele olarak Tahran’a davet edilmiş ve Muhammed Han 7 Temmuzda bu davete icabet etmişti. İran ile Afganistan arasındaki sınır sorunları ise Türk generali Fahrettin Altay’ın hakemliğinde daha önceden çözülmüştü. Dolaysıyla geriye sadece Ortadoğu bölgesinde ilk örneği olan ve dış güçlerden bağımsız ve tamamen bölge devletlerinin insiyatifinde ve Türkiye’nin önderliğinde inşa edilecek olan “Doğu Paktı”nın imzalanması kalmıştı. Neticede bu imzanın dört devlet arasında 8 Temmuz 1937’de İran Şahı’nın Saadabad sarayında atılmasıyla Sadabad Paktı resmiyet kazanmış oldu.
Böylece, Sadabad Paktı’nın imzalanmasıyla modern Ortadoğu tarihinde ilk kez bölge devletleri kendi insiyatifleriyle bir araya gelerek aralarındaki birçok siyasi ve stratejik problemlerini çözüme bağlayarak bölgesel işbirliği ve güvenlik alanında çok mühim bir adımı atmış oldular. Ancak, bu durum İkinci Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla değişecekti. Zira, savaşın çıkmasıyla her bir devlet farklı yol takip etmiş ve pakt üyeleri arasında ortak bir stratej oluşturulamamıştı. Bunda büyük devletlerinin baskılarının yanında Türkiye’nin dış politikasının 1938’den sonra değişmesinin de önemli etkisi olmuştur. Atatürk ve Dışişleri Bakanı Aras’ın paktı bir askeri pakt haline getirme arzusuna karşı İnönü böyle bir düşünceye şiddetle karşı çıkmıştır.[43] Ancak, savaştan sonra Sadabad Paktı her ne kadar eski önemini bir daha kazanamadıysa da 1978 yılına kadar hukuken yaşama şansına sahip olmuştur. Aynı yıl İran’ın yeni yönetiminin daha evvel yapılmış bütün antlaşmaları feshetmesiyle pakt tarihe karışmış oldu.
Ancak,Sadabad Paktının imzalandığı dönemde Türkiye için önemi büyük olmuştur. Zira, bu paktın imzalanması Türkiye’nin Batı’daki önemini çok artırmış ve özellikle İngiltere, Türkiye’yi ‘Doğu milletlerinin lideri’ olarak görmeye başlamıştı. Her ne kadar İkinci Dünya Savaşı’nın yaklaşması Sadabad Paktı’nın foksyonunu azalttıysa da, pakt vasıtasıyla Türkiye’nin bölgede ve uluslararası arenada siyasi güç ve etkinliği artmıştı. Bu sebeple müttefik olarak yaklaştığı İngiltere ve Fransa’ya karşı bu avantajını kullanmış ve bunun neticesi olarak Türkiye, Misak-ı Milli sınırları içersinde olan Hatay bölgesini Fransa’dan kurtarmayı başarmıştı. Bundan başka Türkiye’nin Sadabad Paktıyla kazandığı bölgesel ve global prestij Türkiye’ye, İngiltere ve Fransa ile yaptığı ittifak görüşmelerinde de büyük faydalar sağlamıştı. İngiliz Dışişleri Bakanlığı yetkilileri, Türkiye ile ilgili yazışmalarında, Türkiye’nin 1939 yılındaki Türk-İngiliz-Fransız ittifakıyla müttefiklerinden ekonomik ve siyasi menfaatler sağlayıp karşılığında hiçbir şey vermediğinden sıklıkla bahsetmişlerdi..