
bi özel sektörün tadına baktım. anladım bana göre değil, genç yaşta çekilecek şey değil. ucundan kıyısından girdim sonra. bilim konusuna da gelince en azından "uff şunu bir satsak var ya köşeyiz olmmm" demiyorum.


çok idealist olmak lazım. pratikten ziyade sürekli teorik şeylerle uğraştığın için idealist hatta yerine göre ütopik oluyorsun. özel sektörden sonra akademi rahat gelebilir başta. sonuçta kendin için çalşıyorsun. akademik kariyer yapmak, ilgilendiğin bir konuda tez yapmak, ortaya yeni bir şey koyup vatana millete hayırlı olmak falan hikaye. yüksek lisans ve doktora süresince başta danışmanın olmak üzere, tez izleme komitende yer alan hocaların egosunu tatmin etmeye çalışıyorsun. baksan hepsi ordinaryus profesör. birinin beğendiğini diğeri beğenmez, öbürünün tamam dediğine beriki asla olmaz der. hele danışmanın bugün sildirdiği 50 sayfayı yeniden yazdırıp bir ay sonra eskisi daha iyiydi diyip yenisini çöpe atar.
ha istisnalar yok mu tabi ki var ama memleketin genel hali neyse üniversitelerin genel durumu da bu. sakın düşünme, hepsi okumuş, yüksek eğitimli, yurtdışı görmüş, kafası çalışan entel dantel insanlar diye. bazen öyle bir bölüm toplantısı yapılıyor ki, sanırsın karşı komşun neriman teyzenin altın günü.
üstelik bi kere başladıktan sonra geri dönüşünü de yok, bıraksan yapamadı denir diye utanıyorsun, onca emeğini çöpe atmak da var. devam etsen ömür törpüsü. dişini sıkıp doktorayı bitirsen bu sefer kadro için yırtınman gerekiyor. kadro bulamazsan özel sektörü unut, çünkü ömrünün 10 yılını üniversitede geçirmiş akademisyenler "gerçek hayattan kopmuş" oldukları için özel sektörde tercih edilmiyor.
en güzeli dışarıdan yani normaldeki işine devam ederken ufaktan mastera başlamak, baktın iyi gidiyor, doktoraya devam. ikisini bir arada götürmek zor ama imkansız değil, hoca kaprisini de minimuma indirmiş olursun. asistan olmak kolay gibi geliyor ama aslında dışarıdan yapmaktan çok daha zor. doktor olduktan sonra bi daha düşünmek lazım akademi mi iş dünyası mı.
