İlk olarak aileye bağlanıyoruz ve günün birinde onlardan birini kaybettiğimizde müthiş bir acı ve ızdırap hissediyoruz. Karşı cinsten birine bağlanıp aşk adını verdikten sonra ayrılma sürecindeki o boşluk keza öyle. Bir kediye bağlandıktan sonra onun evden kaçıp gitmesi ya da ölmesi sonrası o burukluk ya da. Bağlanmak kısa sürede güçlü hissettirse de uzun vadede acıdan başka neye yarıyor? Cesur Yeni Dünyada aile kavramı dahi yasaktı, evlenmek ve çocuk yapmak ayıp ve gülünç sayılıyordu. Buna distopya deseler de bence olması gereken ütopya odur. Bağlanmak sadece bana mı insanı gerileten ve yaşamı gölgeleyen fakat karşı konulamayan bir şey olarak geliyor yoksa çok mu korkağım? İleride ya onları kaybedersem diye aile bile kurmak istemiyorum böyle bir dünyada.




 

Sana tamamen katılıyorum ama bunlar hep sonuca bakmakla ilgili sorunlar. Bunca insan asırlar boyu bir şekilde aile kavramını korumuşlar, galiba bizim gibi sonucun peşinde değil yaşadıkları güzel anlara odaklı kaldıkları için olabilir. Anı yaşamak yani. Bunları bilsem bile birine sarıldığımda onu bir gün kaybedeceğim hissine kapılıyorum. Olur da birilerine güvenmeye inanmaya başlarsam korkum daha da artıyor, ölmese bile ya giderse diyerek kendi başıma yaşamam gerek inancıyla yaşamayı öğrenmeye çalışıyorum ama elimde kalan gerçekleşmemiş birkaç kehanetin yanında yalnızlık oluyor.

bunaldım a dostlar

Para kaybedince de üzülüyoruz hiç paramız olmasın azıcık aşım ağrısız başım diyerek yaşayalım o zaman?
Aile kurmak, aşık olmak iyidir.

eksimeksi

Herhangi bir konuya, kişiye, olguya, oluşuma, hobiye vesaire bağlılıkla bağımlılık farklı şeyler. Biz bunu çok karıştıran bir toplumuz çünkü ajitasyon, kaos ve dramdan besleniyoruz kültürel olarak. Kullandığımız dil bile ajite. Mesela iyi yolculuklar yerine kazasız belasız diyoruz. O kaza ve bela kelimeleri tesadüf değil. Bakın siz bile kendinizce bir durum tespiti yaparken acı, hüzün, ızdırap, boşluk, burukluk, gerileten, gölgeleyen ifadelerini kullanmışsınız. Oysa şöyle bir düşünseniz, aynı düşüncenizi çok daha yapıcı/olumlu ifadelerle de anlatabilirsiniz. Önce dilimizde bu ajitasyondan/negatiflikten kurtulmak lazım ki hissiyatımızda değişsin.

Diğer nokta da sistemin her şeyi bize idealize biçimde sunması ve insanların bu tarz ideallere ulaşmak için kendilerine gereksiz yüklenmesi. Mükemmel ilişki, muhteşem aile, olağanüstü kariyer, kusursuz güzellik gibi gibi. Oysa hayat çok daha sade ve yalın. Bu döngüden cikabildiğiniz ölçüde iç huzurunuz artıyor.

O distopyalarda realiteye aykırı zaten. İnsan neticede sosyal bir varlık.

Her konuda dengeli bir zemin oluşturmaya çalışmak en geçerli ve sağlıklı yol bence.

Phoebe

evet, istisnasız, net

kitap arasında kalmış silgi tozu

budizm bu yazdığın üzerine kurulu zaten. cevap evet.

cedex

John Green'in The Fault In Our Stars romanında, sevgilisinden "ben seni üzerim, kırarım" vs diye ayrılmak isteyen Hazel Grace'e, sevgilisi Augustus Waters "Oh, I wouldn't mind Hazel Grace, it would be a privilege to have my heart broken by you" der. "Kalbimin senin tarafından kırılması bir onur olurdu" diye Türkçe çevirisinde kullandılar sanırım. Tabii ergen çocuklar gibi John Green alıntısı yaptığım için beni ciddiye almamanız çok olası şu noktada, ama eğer kastettiğiniz şey biri için üzülmek, dertlenmek, yokluğunu hissetmekse, önemli olan en azından değecek birinden gelmesi o acının. Kalp, gönül, zaman, enerji, sabır, bunlar kıymetli şeyler, her durumda herkesle çar çur edilmemeli diye düşünüyorum ben.

Kötü bir şey olup da herhangi bir ayrılık gelene kadar bu o kişiyle yaşanmış binlerce güzel anı, sohbet, tatil, aktivite, tartışma, yakınlık vs demek. Onların da bir değeri var.

sopiro
1

mobil görünümden çık