evet, oluyor.
geçen sene karaladığım yazıyı hatırladım.
deneyim ve birikim arttıkça, daha önceleri adeta şaşmaz bir netlik içerisinde hedefine yönelen tavırlar, düşünceler, karar alma süreçleri bulanıklaşıyor, köreliyor. elinde çok sayıda kartı olan, ancak oyunun bu aşamasında hangisini oynayacağının pek de öneminin kalmadığı, çünkü çoğu şeyin can sıkıcı biçimde birbirine benzemeye başladığı bir süreç. çok şey yaşadın, büyüdün ve tüm bunların sonunda bir çay koyup koltuğuna oturduğunda düşünüyorsun: hiç hayal kaldı mı içerimde? en azından herhangi bir şeye dair belirgin bir istek? babama anlatsam -hayat dediğin hepi topu buydu işte zaten ne bekliyordun ki, biz keyfimizden mi tv karşısında uyuyakalıyoruz her gece? ha ama dur, senin yetişkinliğin farklı olacaktı değil mi? hahaahah- diyecekmiş gibi geliyor. tamam ben de evin salonunda bir rus revüsü, alevli şovlar beklemiyordum zaten, ancak dünyaya ve insana dair yaşanılan hayalkırıklığının kabulüyle beraber gelen gevşemenin bile bir bedeli var işte. sanma ki bu hayatta sana rahat var. "dışarda çok güzel şeyler yaşıyorlar insanlar ve ben hepsini kaçırıyorum" hissini yıllar önce aşmıştım mesela, çünkü çoğu örneğini mikroskobik düzeyde inceleme ve bir parçası olma fırsatını elde ettiğimde gördüğüm, tüm göz alıcı ışıkların arkasındaki başka hayal kırıklarıydı. kimse öyle çok mutlu değildi. hatta numunelik umut veren videolar ve fotoğraflar paylaşmanın altındaki neden bile aynıydı: bakın aslında her şey o kadar güzel değil, o yüzden böyle örnekleri bulup izlemeye ihtiyacımız var. hayır aslında başında anlaşsak, ortalığı bu kadar toza katıp birbirimize habire beklenti pompalamasak, belki bir nebze daha sadeleşip, yine mutsuz olduğumuz ama bununla daha barışık yaşayabildiğimiz bir ortamı yaratabilirdik. zira bu gerçekliğin soğuğundan fantezi dünyasına kaçışların da bedeli sonrasında yine aynı gerçeklik içerisinde faiziyle beraber ödeniyor. gereğinden maliyetli bir anlaşma. şimdi bu kalan günlerimi incir çekirdekleriyle doldururken, artık aklımdan "neden, nasıl" gibi sorular hiç geçmiyor. yalnızca başkalarına kabullendirme isteğini içinde barındırmayan bir kabulleniş var. kimsenin yanılsamasına çomak sokma niyeti de yok, hatta içtenlikle dilerim ki bu koşuşturmadan kafanız bir an bile kalkmasın. hayat bazıları için kısalığı veya uzunluğuyla değil, yoğunluğuyla ölçülüyor ve sizinki ne kadar yoğunsa, akışkanlığı da o kadar az oluyor. pelte gibi. yeterince sarsarsan yerini bile değiştirebilirsin ama lök diye komple gelir, arkasında bir şey bırakmaz, girdiği yeni kabın da öyle kolayca şeklini almaz. kabı değişen tüm peltelere selam olsun.