[]
bu konuda bir hikaye/roman çok mu sıradan olur? (fularsız girilmez)
duyurucular genelde yazdıklarını gösterip "olmuş mu" diye sorar, ben direkt konuyu paylaşacağım. biraz uzun olabilir ama oturup 3 dakika yazı okumayan birinin roman-hikaye konusundaki fikrine ihtiyacım yok diye düşünüyorum. QAPAQ.
duyuruda da görebileceğiniz üzere, yazmayı çok severim. çocukluğumdan beri alakalı alakasız her şeyi yazarım. dikkatimi çeken ilginç bir şey, kendi iç dünyam, gördüğüm herhangi bir şey... fark etmez. aynı zamanda okurum da. ama iş kendi ürünümü ortaya koymak olduğunda, saykodelik iç dünya saçmalamaları dışında ortaya bir "hikaye" çıkaramadım. ilçe çapında kompozisyon yarışmasında ikinciliğim var bi' de.
roman yazmayı hep istedim ancak "daha 20 yaşındasın, ne gördün de neyi yazacaksın at kafası?" diyerek bu işe girişmeyi sürekli ertelediğimi, böyle bir yere varamayacağımı fark ettim.
bu yüzden at kafası düşündü ve şöyle bir şey geldi aklına: madem pek bir şey yaşamadın, yaşadığın kadarını anlat. yani kendin ne yaşadıysan, gördüysen ya da gördüğünü zannettiysen, onu. çok sevdiğim bir romanın kurgusundan esinlendim ve bir şey geldi aklıma. mümkün olduğunca yüzeysel anlatmaya çalışacağım, yazarsam falan sürpriz olsun, "duyuruda görmüştük ya sonunda adam ölüyo" demeyesiniz,
kahramanımız genç bir adam. kurulu bir düzeni, hayattan beklentileri ve gelecekten ümidi var. bu adam yakın zamanda başka bir yere gidecek. yaşadığı yerden ve düzeninden memnun sayılır ancak bu gidişe o kadar takmış ve bunu o kadar sabırsızca bekliyor, buna o kadar odaklanmış durumda ki mevcut durumunu yok sayıyor resmen. yani tüm planları gideceği yere, geleceğe yönelik. canı sıkılsa gideceği için motive ediyor kendini. her şeyini önündeki zamana endekslemiş bir hıyar.
sonra gün geliyor ve gidiyor. bir de ne görsün? hiç beklediği gibi değil ortam. günler, haftalar, aylar geçiyor ve bu lavuk bir şekilde ortama adapte oluyor. daha sonra, kafasını bulandıran şeyden (gidiş fikri) tamamen kurtulduğu için net bir şekilde fark ediyor: önceki düzeni çok iyiymiş aslında. bunu fark eder etmez, eski düzeni yeni yerine uygulamaya çalışıyor. ancak acı bir şekilde bunun imkansızlığını fark ediyor. geri dönemeyeceğini falan filan.
***
şimdi bu tabii ki yorum yapmak için fazla yüzeysel oldu. "düzen" nedir mesela? ev eşyası mıdır, ana baba mıdır, arkadaş çevresi midir örneğin? veya gittiği yerde ne oldu da üzülüyor bu adam, ne fark ediyor? veya orada ne yaşıyor? bunları düşüne düşüne, yaza çize bulcaz kısmetse.
konu da zaten anlaşılmıştır sanırım ama deli dolu ergenlik zamanından yetişkinliğe geçişteki buhranlı, "napıyorum lan ben" dönemi. evrensel bir konu olduğu için, çok amelece yazsam bile kendimi sikindirik sosyal medya ergenleri gibi hissetmiycem... herkesin deneyimlediği, insanın doğasında olan bi süreç bu. eğer istediğim gibi anlatabilirsem, 50 sene sonra 19-20 yaşındaki bir genç kıza/adama "pescador bu kitabında beni anlatmış xD xD" dedirtebilirsem ne mutlu bana.
bu konu "iyi işlendiği takdirde" okunmaya değer bir öykü olur mu dersiniz? yani konunun kendisi ilgi çekici, hoşa giden türden mi sizce?
ayrıca "zaten yazılmışı var" diyorsanız o romanların isimlerini de alayım lütfen. bende genç werther'in acıları ile yarışabilecek 150-200 sayfalık bir mektuplar dizisi var ama özel onlar, meşhur falan olursam yayınlarım. şimdi yayınlarsam deli derler.
***
son olarak "bu ne biçim konu lan" diyenler için açıklayayım: başta kıymeti bilinmeyen, başka bir yer ümidiyle farkına varılmayan güzel ve kurulu düzen benim için işte 15-16 yaş zamanı. lise dönemi. bir hevesle gidilip aslında bir yandan sevilen ancak hayal kırıklığına uğranılan, "bu neymiş aq" denen zaman da üniversite-yetişkinliğe giriş dönemi. işte kendi paranı kazanmak, yalnız yaşamak, sevişmek falan. büyük beklentiden kaynaklanan hayal kırıklığı.
alt konu olarak da bu olabilir evet: büyük beklentilerin sıçışı.
duyuruda da görebileceğiniz üzere, yazmayı çok severim. çocukluğumdan beri alakalı alakasız her şeyi yazarım. dikkatimi çeken ilginç bir şey, kendi iç dünyam, gördüğüm herhangi bir şey... fark etmez. aynı zamanda okurum da. ama iş kendi ürünümü ortaya koymak olduğunda, saykodelik iç dünya saçmalamaları dışında ortaya bir "hikaye" çıkaramadım. ilçe çapında kompozisyon yarışmasında ikinciliğim var bi' de.
roman yazmayı hep istedim ancak "daha 20 yaşındasın, ne gördün de neyi yazacaksın at kafası?" diyerek bu işe girişmeyi sürekli ertelediğimi, böyle bir yere varamayacağımı fark ettim.
bu yüzden at kafası düşündü ve şöyle bir şey geldi aklına: madem pek bir şey yaşamadın, yaşadığın kadarını anlat. yani kendin ne yaşadıysan, gördüysen ya da gördüğünü zannettiysen, onu. çok sevdiğim bir romanın kurgusundan esinlendim ve bir şey geldi aklıma. mümkün olduğunca yüzeysel anlatmaya çalışacağım, yazarsam falan sürpriz olsun, "duyuruda görmüştük ya sonunda adam ölüyo" demeyesiniz,
kahramanımız genç bir adam. kurulu bir düzeni, hayattan beklentileri ve gelecekten ümidi var. bu adam yakın zamanda başka bir yere gidecek. yaşadığı yerden ve düzeninden memnun sayılır ancak bu gidişe o kadar takmış ve bunu o kadar sabırsızca bekliyor, buna o kadar odaklanmış durumda ki mevcut durumunu yok sayıyor resmen. yani tüm planları gideceği yere, geleceğe yönelik. canı sıkılsa gideceği için motive ediyor kendini. her şeyini önündeki zamana endekslemiş bir hıyar.
sonra gün geliyor ve gidiyor. bir de ne görsün? hiç beklediği gibi değil ortam. günler, haftalar, aylar geçiyor ve bu lavuk bir şekilde ortama adapte oluyor. daha sonra, kafasını bulandıran şeyden (gidiş fikri) tamamen kurtulduğu için net bir şekilde fark ediyor: önceki düzeni çok iyiymiş aslında. bunu fark eder etmez, eski düzeni yeni yerine uygulamaya çalışıyor. ancak acı bir şekilde bunun imkansızlığını fark ediyor. geri dönemeyeceğini falan filan.
***
şimdi bu tabii ki yorum yapmak için fazla yüzeysel oldu. "düzen" nedir mesela? ev eşyası mıdır, ana baba mıdır, arkadaş çevresi midir örneğin? veya gittiği yerde ne oldu da üzülüyor bu adam, ne fark ediyor? veya orada ne yaşıyor? bunları düşüne düşüne, yaza çize bulcaz kısmetse.
konu da zaten anlaşılmıştır sanırım ama deli dolu ergenlik zamanından yetişkinliğe geçişteki buhranlı, "napıyorum lan ben" dönemi. evrensel bir konu olduğu için, çok amelece yazsam bile kendimi sikindirik sosyal medya ergenleri gibi hissetmiycem... herkesin deneyimlediği, insanın doğasında olan bi süreç bu. eğer istediğim gibi anlatabilirsem, 50 sene sonra 19-20 yaşındaki bir genç kıza/adama "pescador bu kitabında beni anlatmış xD xD" dedirtebilirsem ne mutlu bana.
bu konu "iyi işlendiği takdirde" okunmaya değer bir öykü olur mu dersiniz? yani konunun kendisi ilgi çekici, hoşa giden türden mi sizce?
ayrıca "zaten yazılmışı var" diyorsanız o romanların isimlerini de alayım lütfen. bende genç werther'in acıları ile yarışabilecek 150-200 sayfalık bir mektuplar dizisi var ama özel onlar, meşhur falan olursam yayınlarım. şimdi yayınlarsam deli derler.
***
son olarak "bu ne biçim konu lan" diyenler için açıklayayım: başta kıymeti bilinmeyen, başka bir yer ümidiyle farkına varılmayan güzel ve kurulu düzen benim için işte 15-16 yaş zamanı. lise dönemi. bir hevesle gidilip aslında bir yandan sevilen ancak hayal kırıklığına uğranılan, "bu neymiş aq" denen zaman da üniversite-yetişkinliğe giriş dönemi. işte kendi paranı kazanmak, yalnız yaşamak, sevişmek falan. büyük beklentiden kaynaklanan hayal kırıklığı.
alt konu olarak da bu olabilir evet: büyük beklentilerin sıçışı.
insanın yaşadığı iç bunalımları ve çelişkileri anlatan kitaplar benim daha çok ilgimi çekiyor. senin temelde düşündüğün konu da benzer parametreler içeriyor aslında. o yüzden "iyi işlenir ise" ilgi çekebileceğini düşünüyorum.
gittiği yerde karakterin kendini daha "yalnız" hissediyor olması, alışık olduğu "düzen"i bulamaması vs. çeşitli açılardan ele alındığında ortaya pek çok şey çıkartabilirsin.
ha benim fikrime gelecek olursak, tekdüze lise hayatındansa, çeşitliliği ve değişkenliği daha fazla olan ama "düzen"den mahrum yaşanan bir üniversite dönemi örneğin seni daha çok geliştirecek bir evredir. hatta kendini bulma aşaması bile diyebiliriz bana kalırsa.
bu yüzden karakterinin yaşadığı bunalımın yanı sıra yeni hayatında kendini var etmeye çalışması ve bu süreçte başına geleceklerin "olumlu" yönlerine yani bir anlamda "kurulu düzen"den sıyrılıp aynı zamanda kendini keşfetmesine ağırlık vermen daha etkili olur gibi düşünüyorum.
olumludan olumsuza doğru bir gidiş değil de demek istediğim olumlu-olumsuz akabinde bu olumsuz gidişatın olumlu tarafları, bilmem anlatabildim mi.
uzun mesaja uzun cevap veririm.
gittiği yerde karakterin kendini daha "yalnız" hissediyor olması, alışık olduğu "düzen"i bulamaması vs. çeşitli açılardan ele alındığında ortaya pek çok şey çıkartabilirsin.
ha benim fikrime gelecek olursak, tekdüze lise hayatındansa, çeşitliliği ve değişkenliği daha fazla olan ama "düzen"den mahrum yaşanan bir üniversite dönemi örneğin seni daha çok geliştirecek bir evredir. hatta kendini bulma aşaması bile diyebiliriz bana kalırsa.
bu yüzden karakterinin yaşadığı bunalımın yanı sıra yeni hayatında kendini var etmeye çalışması ve bu süreçte başına geleceklerin "olumlu" yönlerine yani bir anlamda "kurulu düzen"den sıyrılıp aynı zamanda kendini keşfetmesine ağırlık vermen daha etkili olur gibi düşünüyorum.
olumludan olumsuza doğru bir gidiş değil de demek istediğim olumlu-olumsuz akabinde bu olumsuz gidişatın olumlu tarafları, bilmem anlatabildim mi.
uzun mesaja uzun cevap veririm.
- leadzeppelin (30.07.14 19:19:17 ~ 19:20:15)
kardeşim duyurunu dikkatlice okudum. kesinlikle hevesini kırmak veya motivasyonunu azaltmak istemem ama bu hikaye klişelerin mona lisa'sı gibi bir şey. 20 yaşındaysan bence daha yaratıcı, yenilikçi ve özgün şeyler yakalayabilmen lazım. tabi şimdi nasıl yazdığını ve dilini bilmiyorum ''hocam ben salinger gibi yazarım, kelimeleri duvardan duvara vurur bu hikayeyi klişelikten çıkarırım'' diyorsan o başka. ama ana taslak buysa zerre orjinallik yok bence.
- greyback (30.07.14 19:43:20)
merhaba. fularımı aldım geldim.
elbette tam olarak senin planladığın gibi bir kurguya sahip değil ama, reşat nuri güntekin'in "acımak" romanında buna benzer bir "ne umdum ne buldum" teması işleniyordu. büyük umutlarla iş hayatına atılan bir adam, kısa süre içinde tekrar tekrar hayal kırıklığına uğruyor ve hayatın evvela çiğneyip sonra bir köşeye tükürdüğü insancıklardan biri haline geliyordu. kitabı okurken bu hikayeden epey etkilenmiştim ben. hatta rus klasiklerinden aldığım tada benzer bir tat aldığımı hatırlıyorum. dostoyevski de "insancıklar", "netoçka nezvanova", "ezilenler" gibi romanlarında benzer bir "hayata tutunmaya çalışan beklenti dolu insanlar" üzerine yazmış sıklıkla.
yani böyle bir konuda yazılmış bir kitap çıksaydı karşıma, kesinlikle alır okurdum. fakat takdir edersin ki, bu konu, "özgün" sayılma imkanı olmayan bir konu. fakat ne mutlu ki, modernizmin imkanlarla dolu havası henüz dağılmış değil. yani konunun sıradanlığı sıradışı bir üslupla desteklendiğinde tahmin edilmesi imkansız olumlulukta sonuçlara ulaşılabilir. misal, oğuz atay'ın "tutunamayanlar"ı, dünya edebiyatı açısından bakıldığında hiç de özgün bir eser değil. hatta kendimden emin bir tonda «james joyce'un "ulysses"i olmasaydı, "tutunamayanlar" yazılamazdı.» diyebiliyorum. ama "tutunamayanlar" çok değerli bir eser, çünkü edebiyatımız hiç alışık olmadığı bir üslubun (modernizm) ve tekniğin (bilinç akışı) doruğuna bu eser ile ulaşıyor.
yani demem o ki, eğer bu konuda yazmaya gerçekten niyetliysen, işe üslup çalışmaları yaparak başlamalısın. bunun için esas eserinde de işine yarayacağını düşündüğün birkaç sahne seçip bunları çeşitli üsluplar kullanarak hikayeleştirebilirsin. bir noktadan sonra kendi üslubun aradan sivrilecektir zaten. eğer gerçekten değerli bir üslup olursa bu, en sıradan hikayeyi anlatsan dahi mutlaka okutacaktır kendisini.
elbette tam olarak senin planladığın gibi bir kurguya sahip değil ama, reşat nuri güntekin'in "acımak" romanında buna benzer bir "ne umdum ne buldum" teması işleniyordu. büyük umutlarla iş hayatına atılan bir adam, kısa süre içinde tekrar tekrar hayal kırıklığına uğruyor ve hayatın evvela çiğneyip sonra bir köşeye tükürdüğü insancıklardan biri haline geliyordu. kitabı okurken bu hikayeden epey etkilenmiştim ben. hatta rus klasiklerinden aldığım tada benzer bir tat aldığımı hatırlıyorum. dostoyevski de "insancıklar", "netoçka nezvanova", "ezilenler" gibi romanlarında benzer bir "hayata tutunmaya çalışan beklenti dolu insanlar" üzerine yazmış sıklıkla.
yani böyle bir konuda yazılmış bir kitap çıksaydı karşıma, kesinlikle alır okurdum. fakat takdir edersin ki, bu konu, "özgün" sayılma imkanı olmayan bir konu. fakat ne mutlu ki, modernizmin imkanlarla dolu havası henüz dağılmış değil. yani konunun sıradanlığı sıradışı bir üslupla desteklendiğinde tahmin edilmesi imkansız olumlulukta sonuçlara ulaşılabilir. misal, oğuz atay'ın "tutunamayanlar"ı, dünya edebiyatı açısından bakıldığında hiç de özgün bir eser değil. hatta kendimden emin bir tonda «james joyce'un "ulysses"i olmasaydı, "tutunamayanlar" yazılamazdı.» diyebiliyorum. ama "tutunamayanlar" çok değerli bir eser, çünkü edebiyatımız hiç alışık olmadığı bir üslubun (modernizm) ve tekniğin (bilinç akışı) doruğuna bu eser ile ulaşıyor.
yani demem o ki, eğer bu konuda yazmaya gerçekten niyetliysen, işe üslup çalışmaları yaparak başlamalısın. bunun için esas eserinde de işine yarayacağını düşündüğün birkaç sahne seçip bunları çeşitli üsluplar kullanarak hikayeleştirebilirsin. bir noktadan sonra kendi üslubun aradan sivrilecektir zaten. eğer gerçekten değerli bir üslup olursa bu, en sıradan hikayeyi anlatsan dahi mutlaka okutacaktır kendisini.
- siyah giysili adam (30.07.14 19:52:11)
Berbat bi konu kesinlikle okumazdım. dedigin sey hayat klişesi yani zaten bi yarın oluyo dünü özlüyosun, x e gidince y yi özlüyosun vs. dramatize edilecek bi konu degil eskiye özlem. Herkesin hergün yasadıgı sey. Sabah kalkınca disini fırcalamayı anlatmak gibi.Baska bi konu bul
- bes (30.07.14 21:05:50)
Kalemin saglamsa konunun ne oldugunun en ufak bir onemi yok. Net.
Benim sana tavsiyem daha once roman yazmadiysan once oyku yaz. Oykuyle basla. Ondan daha da once oku tabii. Ne bulursan oku. Cok oku. Her ne kadar okumadan da yazar olunabilir dense de ben buna inanmiyorum. Insan okumadan, cok okumadan yazar olamaz. Ozellikle bu ise yeni girecek kisilerin cok okumasi, cok iyi gozlem yapmasi, cumleleri detaylariyla irdelemesi gerekiyor bence. Mesela orwell gibi bir yazarsan ihsan oktay anar gibi cumlelerle oyun oynamanin hicbir anlami yok. Bilmem anlatabildim mi? Ikisini de severek okursun. Ama biri direkt anlatir, digeri cumlelerle oyun oynayarak anlatir. Bu bir kaliteye sahip olunca oluyor. Orwell, yazacaginiz seyi en sade haliyle, ne kadar yazmaniz gerekiyorsa o kadar yazin, uzatmayin der mesela. Bunun icin de belli bir donanima sahip olmak sart diye dusunuyorum ben.
"Ne dusunuyorsunuz"u da cok erken sordugunu dusunuyorum. Oncelikle bir seyler karala. Kimse "konu bunalim guzel olmaz" demez, diyemez. Derse de bu konuda bir sey okumamis, populer kultur ikonundan baska bir sey degildir. O yuzdendir ki kaleminin saglamligi seni bir yerlere getirir, kitabin konusu vs. degil. Tabii kitabini "gercek okurlar" okusun diye yaziyorsan...
Benim sana tavsiyem daha once roman yazmadiysan once oyku yaz. Oykuyle basla. Ondan daha da once oku tabii. Ne bulursan oku. Cok oku. Her ne kadar okumadan da yazar olunabilir dense de ben buna inanmiyorum. Insan okumadan, cok okumadan yazar olamaz. Ozellikle bu ise yeni girecek kisilerin cok okumasi, cok iyi gozlem yapmasi, cumleleri detaylariyla irdelemesi gerekiyor bence. Mesela orwell gibi bir yazarsan ihsan oktay anar gibi cumlelerle oyun oynamanin hicbir anlami yok. Bilmem anlatabildim mi? Ikisini de severek okursun. Ama biri direkt anlatir, digeri cumlelerle oyun oynayarak anlatir. Bu bir kaliteye sahip olunca oluyor. Orwell, yazacaginiz seyi en sade haliyle, ne kadar yazmaniz gerekiyorsa o kadar yazin, uzatmayin der mesela. Bunun icin de belli bir donanima sahip olmak sart diye dusunuyorum ben.
"Ne dusunuyorsunuz"u da cok erken sordugunu dusunuyorum. Oncelikle bir seyler karala. Kimse "konu bunalim guzel olmaz" demez, diyemez. Derse de bu konuda bir sey okumamis, populer kultur ikonundan baska bir sey degildir. O yuzdendir ki kaleminin saglamligi seni bir yerlere getirir, kitabin konusu vs. degil. Tabii kitabini "gercek okurlar" okusun diye yaziyorsan...
- papillon7 (30.07.14 21:56:59)
1