[]
Tkp-kp-htkp
bu ayrışma nerden nasıl çıktı. Kemal okuyan ve Erkan baş'ın etkileri bu süreçte nedir nasıldir bilale anlatır gibi anlatabilecek biri var mı?
öncelikle olay kemal okuyan'ın egoist ve ben merkeziyetçi tutumundan kaynaklanmaktadır.
son 3-5 yılda başarılı işler yapan, toplumsallaşan erkan baş tkp ile özdeşleşmiştir. bu durum erkan baş'ı ön plana çıkarınca, kemal okuyan ''Bu parti'de 300 manyak var'' diyerek yani erkan baş'ı ve arkadaşlarını kast ederek. zira 300 spartalı modundadır bu kişiler, onlara karşı hizzip oluşturmaya gitmiştir. 2 yıllık gizli kapılar arkasında kemal okuyan bu gizli tasfiye planını sürdürmüş. sonra devreye sokmuştur. erkan baş, metin çulhaoğlu başta olmak üzere 12.kongre şimdiki adıyla halkın türkiye komünist partisi'ne yüzlerce iftiralar atılmış. ''tam bağımsız türkiye'' dediği için bu grubu devrimci-demokrat olmayla suçlamış. yalanlar savurmuştur.
birde bu ayrılığın teorik yanı vardır.
erkan baş, metin çulhaoğlu haziran sonrası türkiye'de sosyalizm bir seçenek haline dönüşe bilir demiştir. bu yüzden dışa yönelik hamleler yapmak gerektiğini savunmuş. partinin toplumsallaşması gerektiğini belirtmiştir. lakin kemal okuyan statükocu tavırından ödün vermeden. bu ülkede haziran yaşanmamış gibi. hayır daha çok içe örgütlenme demiştir. yani dışa açılıp toplumsallaşmayı red edip. içe doğru merkeziyetçi bir parti olalım istemiştir. buda partinin başında olması ve statükosunu koruma isteğinden kaynaklanır.
bir diğer teorik ayrım ise, kollektif önderlik ve inisiyatif almış kadroların olması gerektiği tezidir. bunu belirten erkan baş ve metin çulhaoğludur. partinin kollektif çalışmasını gerektiğini tek bir beyinin değil, ortak bir beyine sahip önderlik kadrosunun olmasını gerektiğini anlatmıştır. siyasallaşmış, örgütlenmiş ileri kadroların bulundukları alanlarda inisiyatif alarak hareket etmesi gerektiğini. tepeden inmeci bir parti olunmaması gerektiğini dile getirmiştir.
lakin kemal okuyan ise gene egoist tutumunu sürdürmüş. ben merkeziyetçi olacak herşey ben izmirde rakımı içerken van'da yapılan örgüt toplantısından haberim olacak tarzında bir yönetim anlayışını savunmuştur. önderlik ne derse o olur, doğruda söylese yanlışda söylese uyulacak hepsine demiştir. erkan baş ve metin çulhaoğlu ise, tam tersini söylemiş. önderliğin kolektif olmasını gerektiğini. ileri kadroların inisiyatif kullanma hakkının olduğunu belirtmiştir.
bir diğer ayrışma noktasıda bu olmuştur.
ama en asıl sebebe gelirsek , erkan baş'ın türkiye sosyalist hareketi içinde ciddi bir isim olması, yaptığı eylemler yahut yazdığı yazılarla ön plana çıkması sonucu kemal okuyan ve yaveri aydemir güler'in ise bunu kabul etmeyip , bizden daha zeki kimse olamaz bu partide demesi. ve partiden tasviye girişiminde bulunmasıdır.
kısaca özet olarak bunları aktara bilirim. ve htkp 'e beklerim
son 3-5 yılda başarılı işler yapan, toplumsallaşan erkan baş tkp ile özdeşleşmiştir. bu durum erkan baş'ı ön plana çıkarınca, kemal okuyan ''Bu parti'de 300 manyak var'' diyerek yani erkan baş'ı ve arkadaşlarını kast ederek. zira 300 spartalı modundadır bu kişiler, onlara karşı hizzip oluşturmaya gitmiştir. 2 yıllık gizli kapılar arkasında kemal okuyan bu gizli tasfiye planını sürdürmüş. sonra devreye sokmuştur. erkan baş, metin çulhaoğlu başta olmak üzere 12.kongre şimdiki adıyla halkın türkiye komünist partisi'ne yüzlerce iftiralar atılmış. ''tam bağımsız türkiye'' dediği için bu grubu devrimci-demokrat olmayla suçlamış. yalanlar savurmuştur.
birde bu ayrılığın teorik yanı vardır.
erkan baş, metin çulhaoğlu haziran sonrası türkiye'de sosyalizm bir seçenek haline dönüşe bilir demiştir. bu yüzden dışa yönelik hamleler yapmak gerektiğini savunmuş. partinin toplumsallaşması gerektiğini belirtmiştir. lakin kemal okuyan statükocu tavırından ödün vermeden. bu ülkede haziran yaşanmamış gibi. hayır daha çok içe örgütlenme demiştir. yani dışa açılıp toplumsallaşmayı red edip. içe doğru merkeziyetçi bir parti olalım istemiştir. buda partinin başında olması ve statükosunu koruma isteğinden kaynaklanır.
bir diğer teorik ayrım ise, kollektif önderlik ve inisiyatif almış kadroların olması gerektiği tezidir. bunu belirten erkan baş ve metin çulhaoğludur. partinin kollektif çalışmasını gerektiğini tek bir beyinin değil, ortak bir beyine sahip önderlik kadrosunun olmasını gerektiğini anlatmıştır. siyasallaşmış, örgütlenmiş ileri kadroların bulundukları alanlarda inisiyatif alarak hareket etmesi gerektiğini. tepeden inmeci bir parti olunmaması gerektiğini dile getirmiştir.
lakin kemal okuyan ise gene egoist tutumunu sürdürmüş. ben merkeziyetçi olacak herşey ben izmirde rakımı içerken van'da yapılan örgüt toplantısından haberim olacak tarzında bir yönetim anlayışını savunmuştur. önderlik ne derse o olur, doğruda söylese yanlışda söylese uyulacak hepsine demiştir. erkan baş ve metin çulhaoğlu ise, tam tersini söylemiş. önderliğin kolektif olmasını gerektiğini. ileri kadroların inisiyatif kullanma hakkının olduğunu belirtmiştir.
bir diğer ayrışma noktasıda bu olmuştur.
ama en asıl sebebe gelirsek , erkan baş'ın türkiye sosyalist hareketi içinde ciddi bir isim olması, yaptığı eylemler yahut yazdığı yazılarla ön plana çıkması sonucu kemal okuyan ve yaveri aydemir güler'in ise bunu kabul etmeyip , bizden daha zeki kimse olamaz bu partide demesi. ve partiden tasviye girişiminde bulunmasıdır.
kısaca özet olarak bunları aktara bilirim. ve htkp 'e beklerim
- lordali (24.07.14 17:28:22)
Bir de şu yazıyı okumakta fayda var.
yonhaber.com
Bu aralar, Vedat Türkali’nin “Güven” romanını tekrar okuyorum. İkinci dünya savaşının ateş ortamındaki Türkiye’sinde bir yanda dönemin tek partisinin etrafında çöreklenmiş ve savaştan beslenen oligarşik yapı.Öte yanda ise açlığın, yoksulluğun savaş tehtidinin pençesindeki halk… Kimsesiz, savunmasız, yalnız bir halk. Bu ortamda esnaf, doktor, zanaatkar, işçi, aydın, öğrenci bir grup TKP’li, küçük da olsa toplumda , akademide, evlerde, atölyelerde veya basında nefes alanları açıyorlar. Elden ele dolaşan Nazım Hikmet şiirleri toplumunun bir kesimi için en büyük moral kaynağı oluyorlar.
Güven’in sayfaları arasına serpiştirilmiş TKP tarihini de tekrar düşününce bugün Türkiye Komünist Partisi’nin içinde yaşanan çatlağın verdiği “acı” duygusu daha da artıyor.
***
Kurtuluş savaşı koşullarında kurulan Türkiye’nin en eski, en köklü partisinin neredeyse bir asırlık sürede ayakta kalması, varlığını TKP ismiyle 21’nci yüzyıla taşıması, kısmen de olsa gençlerle, aydınlarla, toplumun dinamik kesimleriyle buluşması, günlük bir gazeteyi çıkarması, siyasete,olaylara müdahil olması …
Barış Derneği, Küba Dostluk Derneği, Nazım Hikmet Kültür Merkezi, FKF gibi her biri kendi alanında önemli işlevleri olan kurumları yaratması, yaşatması…
Ve en önemlisi küresel düzeydeki tüm ideolojik saldırılara Türkiye ayağında dimdik karşı durması.Anti-emperyalist çizgisinden taviz vermemesi ama ulusalcıların savrulduğu noktaya da düşmemesi. Daha da sayabileceğimiz bir çok nedenle ve gerekçeyle TKP “biricik” tir. Özgül ağırlığı vardır. İsminin tarihsel derinliği ile güncel anlamının yarattığı büyük bir değerdir. Evet, TKP değerlidir.
Peki, eksiklikler, hatalar, yanlışlar, savrulmalar, başarısızlıklar, hantallıklar?
Olmaz olur mu?
Hem tarihsel TKP’nin hem günümüz TKP’sinin eleştirebileceğimiz bir ton hatası var. Ama tüm bu eleştiriler az önce belirttiğimiz değerin yarattığı zemin üzerinde yapılabilir, yapılmalıdır. Cesaretle, samimiyetle, bilgiyle, vicdanla en önemlisi de dostlukla…
***
Yazının bu noktasında belirtelim ki, hiç bir zaman TKP’li olmadım. Son yerel seçimlerde üç oydan birini BDP’ye , birini ÖDP’ye birini TKP’ye verdim. TKP çevresi son yıllara kadar en az tanıdığım sol çevreydi. Ama son birkaç yılda hem TKP yöneticilerini hem de çeşitli düzeydeki partilileri tanıma fırsatı buldum. İçlerinde arkadaşım olanlar da var. Dürüst, birikimli, çalışkan, hayata pozitif bakan, ideolojik, teorik kafa karışıklığını çoğunlukla aşmış, özgüveni yüksek kadrolara sahip insanlar tanıdım. Yoldaşlık kültürünü günümüz yaşam biçimiyle birleştirebilmiş az sayıdaki sol hareketlerdendir bence TKP…
***
Tamam, bütün bu cümleleri neden yazdığıma geliyorum.
İşte bu TKP birden bire bölündü. Evet bölündü. Şu anda fiilen ortada bir TKP yok. TKP merkez komitesinin 24 üyesinden 12'si bir tarafta, diğer 12’si öte yanda. Aralarında Kemal Okuyan, Aydemir Güler, Süleyman Baba gibi MK üyelerinin bulunduğu grup kendilerine Atılım Kongresi diyor. Erkan Baş, Metin Çulhaoğlu, Kurtuluş Kılçer’in başını çektiği grup ise 12. Kongre adını kullanıyor. 13 Temmuz’da iki ayrı kongre yapılacak. Dünyada bir örneği var mıdır bilmiyorum ama Türkiye tarihinde ilk kez bir parti aynı gün aynı anda iki ayrı kongre yapacak.
Yani çatlak bu kadar derin, bu kadar keskin.
Bu derin çatlağı yaratan yani partinin önde gelen kadrolarını beğenmeyen, başarısızlıkla suçlayan Baş, Çulhaoğlu grubu olduğu için onların ortaya koyduğu argümanları takip etmeye çalıştım. Yayınladıkları bildiriler, “Yoldaşa Mektup” adıyla çıkardıkları bir broşür var. Dikkatle okudum. Ama bu derin çatlağın nedenlerine ulaşamadım.
TKP’nin mevcut politikalarından hangileri yanlış?
Türkiye’nin ekonomik, siyasi, sosyal, toplumsal sorunlarına hangi noktalarda farklı bakılıyor?
Hatta daha da somutlaştırarak soralım: Son bir-iki yıl içindeki önemli gelişmelerden Mesala Suriye,mesela Gezi Direnişi,mesela çözüm süreci, mesela Soma…Son olarak Cumhurbaşkanlığı seçimi… Bu konularda her iki grup arasındaki bakış farklılıkları neler?
Ben bu sorulara yanıt bulamadım. Ya da kapasitem okuduklarımı tam anlayacak düzeyde değil, bilemiyorum. Altında, Ahmet Tarık Yenil, Aysel Tekerek, Barış Tercioğlu, Doğan Ergün, Emrah Akansu, Erkan Baş, Erçin Fırat, Kamil Tekerek, Kurtuluş Kılçer, Metin Uçak, Metin Çulhaoğlu, Yavuz Karamahmutoğlu’nun imzası bulunan bildiriden bazı bölümler aktarayım, ardından da birkaç sorum olacak:
“Türkiye Komünist Partisi, bütün mekanizmalarının bir kişi ya da tek tek kişiler ekseninde belirlendiği, görevlendirmelerin politik gelişkinlik, deneyim ve liyakat kriterinden ziyade kişisel bağlılıklar üzerine hayata geçirildiği, kurulların, katılım ve tartışma mekanizmalarının işlemediği/işletilmediği bir parti olamaz.”
Yani, diyorsunuz ki Aydemir, Kemal, Süleyman bu partiyi babalarının çiftliğine dönüştürdüler. Peki öyleyse nasıl oluyor da MK’nın yarısı farklı görüşte olabiliyor. Ya da siz MK’ya nasıl seçildiniz? Hangi kişisel bağlılıkla parti yönetiminde yer aldınız? Parti bu duruma getirilirken sizler partinin en yetkili organı olan MK’nın diğer üyeleri olarak uyuyor muydunuz? Aydemir, Kemal, Süleyman başınıza silah mı dayadılar.? Ve en önemlisi, son dönemlere kadar neden tüm bunlar dile getirilmedi. Metin Çulhaoğlu, Kurtuluş Kılçer, Kamil Tekerek, takip edebildiğim kadarıyla günlük SoL’da yazıyorlardı. Farklı görüşlerini dile getirdiler de gazete basmadı mı?
“TKP Haziran direnişinde 12 Eylül gericiliğiyle hesaplaşan, AKP rejiminin ikinci Cumhuriyet sevdasını yerle bir eden, bir karanlık devri kapatan ancak politik önderlik ve örgütlenme arayışına henüz yanıt bulamamış halkın biricik umut kaynağıdır”
Politik önderlik ve örgütlülüğü zayıf olan TKP nasıl oluyor da Haziran Direnişi’nde AKP rejimini yerle bir edebiliyor? 12 Eylül gericiliğiyle hesaplaşabiliyor? Karanlık bir devri kapatabiliyor? Sizin mantığınıza göre düşünecek olursak ya Haziran Direnişi’nde TKP bunları yapmadı ya da tüm bu önemli şeyleri yapan partinin politik önderliği zayıf değil. Hangisi?
“Ezberlerin değil yaratıcılığın, korkunun değil cesaretin, ufku dar olanların değil iktidarı hedefleyenlerin partisidir”
Açıkça yazayım, ben bu cümleden şunu anladım: Aydemir, Kemal, Süleyman korkaktır. Ezbercidir. Dar ufukludurlar. Çekilsinler, partiyi bize bıraksınlar, biz iktidara geliriz. Peki, nasıl? Yani siz ne yapmak istediniz de Aydemir, Kemal, Süleyman engelledi?
Evet, üç kısa alıntı yaptım ve kendimce bazı sorular sordum. Dediğim gibi tamamen dışarıdan gelişmeleri takip eden ve tamamen farklı bir sol (hatta TKP’ye göre sol olmayan) gelenekten gelen ve en büyük motivasyonu gazetecilik olan biri olarak yazıyorum bu yazıyı. Bu nedenle meseleye “dangur-dungur” dalmış olabilirm, kusura bakmayınız.
Bir kez daha vurgulayayım: Öne sürülen eleştirilerin hiç biri TKP’yi bu noktaya getirecek ağırlıkta değil. Partinin yoldaşlık hukuku içinde ve birliğini koruyarak aşabileceği sorunlar.
Anlaşılıyor ki, birileri uzun süredir fay hattı gibi negatif enerji biriktirmiş, alttan alta çatlağı ilerletmiş.
Anlaşılıyor ki, Haziran direnişinde on binler boğaz köprüsünü geçip Taksim’e yürürken birileri “cesaret” gösterisi yapıyormuş.
Anlaşılıyor ki, öğrenci, işçi, cebindeki günlük harçlığının bir kısmını verip her gün bir SoL alırken birileri başarısızlığın pususunda yatıyormuş.
Ağır olmadı mı , diyeceksiniz? Ne yapalım, arkadaşlar..Sizler çıkıp bu partinin neden durup dururken parçalandığını bize açık açık, tane tane anlatmadıkça aklımıza her türlü olasılık gelir.
Bugünlerde TKP Alıtım ve TKP 12. Kongre adına çeşitli konularda açıklamalar yapılıyor. Hemen hemen her konuda aynı görüş savunuluyor.
Arkadaşlar, bizimle dalga mı geçiyorsunuz.?
Evet, tekrar ve tane tane soruyorum. İki ayrı kongreye gidecek kadar ve de kongreler bile yapılmadan fiilen bölünecek kadar sizi ayrıştıran nedir?
Bana göre meselenin parti içi iktidar boyutu çok ama çok ağırlık kazanmış. Hatta sağdan soldan kulağıma gelen öyle eleştiriler, öyle tanımlamalar, öyle davranışlar var ki buraya yazmaya elim varmıyor.
***
Değerli dostlar, Sevgili Atılımcı ve de 12. Arkadaşlar..!
Kendi içinizdeki duyguları, düşünceleri bilemem. Ama bilin ki biz TKP’li olmayan dostlarınızı çok şaşırttınız. Büyük hayal kırıklığı yaşattınız. Kimse kusura bakmasın, TKP birikimine, kadrolarına, yönetimine yakışmayacak düzeysizlikte bir kavga yürütülüyor. Milyonlarca kişi sizin formüle ettiğiniz “boyun eğme” sloganını daha bir yıl önce bu ülkenin alanlarında ölümüne haykırdı, boyun eğmedi. Diktatöre karşı elbette boyun eğmedik, bundan sonra da eğmeyeceğiz ama nasıl olmuşsa parti içinde yuvalanmış bu nefret, bu öfke, bu düzeysizlik dosta düşmanı karşı TKP’nin dostlarının başını öne eğdirecek, bilesiniz. Hadi, bizim gibi partili olmayanları bir yana bırakın ama pırıl pırıl partili insanlarınızı, yoldaşlarınızı daha fazla üzmeyin. Boyun eğmeyenlerin başını öne eğdirmeyin…!
yonhaber.com
Bu aralar, Vedat Türkali’nin “Güven” romanını tekrar okuyorum. İkinci dünya savaşının ateş ortamındaki Türkiye’sinde bir yanda dönemin tek partisinin etrafında çöreklenmiş ve savaştan beslenen oligarşik yapı.Öte yanda ise açlığın, yoksulluğun savaş tehtidinin pençesindeki halk… Kimsesiz, savunmasız, yalnız bir halk. Bu ortamda esnaf, doktor, zanaatkar, işçi, aydın, öğrenci bir grup TKP’li, küçük da olsa toplumda , akademide, evlerde, atölyelerde veya basında nefes alanları açıyorlar. Elden ele dolaşan Nazım Hikmet şiirleri toplumunun bir kesimi için en büyük moral kaynağı oluyorlar.
Güven’in sayfaları arasına serpiştirilmiş TKP tarihini de tekrar düşününce bugün Türkiye Komünist Partisi’nin içinde yaşanan çatlağın verdiği “acı” duygusu daha da artıyor.
***
Kurtuluş savaşı koşullarında kurulan Türkiye’nin en eski, en köklü partisinin neredeyse bir asırlık sürede ayakta kalması, varlığını TKP ismiyle 21’nci yüzyıla taşıması, kısmen de olsa gençlerle, aydınlarla, toplumun dinamik kesimleriyle buluşması, günlük bir gazeteyi çıkarması, siyasete,olaylara müdahil olması …
Barış Derneği, Küba Dostluk Derneği, Nazım Hikmet Kültür Merkezi, FKF gibi her biri kendi alanında önemli işlevleri olan kurumları yaratması, yaşatması…
Ve en önemlisi küresel düzeydeki tüm ideolojik saldırılara Türkiye ayağında dimdik karşı durması.Anti-emperyalist çizgisinden taviz vermemesi ama ulusalcıların savrulduğu noktaya da düşmemesi. Daha da sayabileceğimiz bir çok nedenle ve gerekçeyle TKP “biricik” tir. Özgül ağırlığı vardır. İsminin tarihsel derinliği ile güncel anlamının yarattığı büyük bir değerdir. Evet, TKP değerlidir.
Peki, eksiklikler, hatalar, yanlışlar, savrulmalar, başarısızlıklar, hantallıklar?
Olmaz olur mu?
Hem tarihsel TKP’nin hem günümüz TKP’sinin eleştirebileceğimiz bir ton hatası var. Ama tüm bu eleştiriler az önce belirttiğimiz değerin yarattığı zemin üzerinde yapılabilir, yapılmalıdır. Cesaretle, samimiyetle, bilgiyle, vicdanla en önemlisi de dostlukla…
***
Yazının bu noktasında belirtelim ki, hiç bir zaman TKP’li olmadım. Son yerel seçimlerde üç oydan birini BDP’ye , birini ÖDP’ye birini TKP’ye verdim. TKP çevresi son yıllara kadar en az tanıdığım sol çevreydi. Ama son birkaç yılda hem TKP yöneticilerini hem de çeşitli düzeydeki partilileri tanıma fırsatı buldum. İçlerinde arkadaşım olanlar da var. Dürüst, birikimli, çalışkan, hayata pozitif bakan, ideolojik, teorik kafa karışıklığını çoğunlukla aşmış, özgüveni yüksek kadrolara sahip insanlar tanıdım. Yoldaşlık kültürünü günümüz yaşam biçimiyle birleştirebilmiş az sayıdaki sol hareketlerdendir bence TKP…
***
Tamam, bütün bu cümleleri neden yazdığıma geliyorum.
İşte bu TKP birden bire bölündü. Evet bölündü. Şu anda fiilen ortada bir TKP yok. TKP merkez komitesinin 24 üyesinden 12'si bir tarafta, diğer 12’si öte yanda. Aralarında Kemal Okuyan, Aydemir Güler, Süleyman Baba gibi MK üyelerinin bulunduğu grup kendilerine Atılım Kongresi diyor. Erkan Baş, Metin Çulhaoğlu, Kurtuluş Kılçer’in başını çektiği grup ise 12. Kongre adını kullanıyor. 13 Temmuz’da iki ayrı kongre yapılacak. Dünyada bir örneği var mıdır bilmiyorum ama Türkiye tarihinde ilk kez bir parti aynı gün aynı anda iki ayrı kongre yapacak.
Yani çatlak bu kadar derin, bu kadar keskin.
Bu derin çatlağı yaratan yani partinin önde gelen kadrolarını beğenmeyen, başarısızlıkla suçlayan Baş, Çulhaoğlu grubu olduğu için onların ortaya koyduğu argümanları takip etmeye çalıştım. Yayınladıkları bildiriler, “Yoldaşa Mektup” adıyla çıkardıkları bir broşür var. Dikkatle okudum. Ama bu derin çatlağın nedenlerine ulaşamadım.
TKP’nin mevcut politikalarından hangileri yanlış?
Türkiye’nin ekonomik, siyasi, sosyal, toplumsal sorunlarına hangi noktalarda farklı bakılıyor?
Hatta daha da somutlaştırarak soralım: Son bir-iki yıl içindeki önemli gelişmelerden Mesala Suriye,mesela Gezi Direnişi,mesela çözüm süreci, mesela Soma…Son olarak Cumhurbaşkanlığı seçimi… Bu konularda her iki grup arasındaki bakış farklılıkları neler?
Ben bu sorulara yanıt bulamadım. Ya da kapasitem okuduklarımı tam anlayacak düzeyde değil, bilemiyorum. Altında, Ahmet Tarık Yenil, Aysel Tekerek, Barış Tercioğlu, Doğan Ergün, Emrah Akansu, Erkan Baş, Erçin Fırat, Kamil Tekerek, Kurtuluş Kılçer, Metin Uçak, Metin Çulhaoğlu, Yavuz Karamahmutoğlu’nun imzası bulunan bildiriden bazı bölümler aktarayım, ardından da birkaç sorum olacak:
“Türkiye Komünist Partisi, bütün mekanizmalarının bir kişi ya da tek tek kişiler ekseninde belirlendiği, görevlendirmelerin politik gelişkinlik, deneyim ve liyakat kriterinden ziyade kişisel bağlılıklar üzerine hayata geçirildiği, kurulların, katılım ve tartışma mekanizmalarının işlemediği/işletilmediği bir parti olamaz.”
Yani, diyorsunuz ki Aydemir, Kemal, Süleyman bu partiyi babalarının çiftliğine dönüştürdüler. Peki öyleyse nasıl oluyor da MK’nın yarısı farklı görüşte olabiliyor. Ya da siz MK’ya nasıl seçildiniz? Hangi kişisel bağlılıkla parti yönetiminde yer aldınız? Parti bu duruma getirilirken sizler partinin en yetkili organı olan MK’nın diğer üyeleri olarak uyuyor muydunuz? Aydemir, Kemal, Süleyman başınıza silah mı dayadılar.? Ve en önemlisi, son dönemlere kadar neden tüm bunlar dile getirilmedi. Metin Çulhaoğlu, Kurtuluş Kılçer, Kamil Tekerek, takip edebildiğim kadarıyla günlük SoL’da yazıyorlardı. Farklı görüşlerini dile getirdiler de gazete basmadı mı?
“TKP Haziran direnişinde 12 Eylül gericiliğiyle hesaplaşan, AKP rejiminin ikinci Cumhuriyet sevdasını yerle bir eden, bir karanlık devri kapatan ancak politik önderlik ve örgütlenme arayışına henüz yanıt bulamamış halkın biricik umut kaynağıdır”
Politik önderlik ve örgütlülüğü zayıf olan TKP nasıl oluyor da Haziran Direnişi’nde AKP rejimini yerle bir edebiliyor? 12 Eylül gericiliğiyle hesaplaşabiliyor? Karanlık bir devri kapatabiliyor? Sizin mantığınıza göre düşünecek olursak ya Haziran Direnişi’nde TKP bunları yapmadı ya da tüm bu önemli şeyleri yapan partinin politik önderliği zayıf değil. Hangisi?
“Ezberlerin değil yaratıcılığın, korkunun değil cesaretin, ufku dar olanların değil iktidarı hedefleyenlerin partisidir”
Açıkça yazayım, ben bu cümleden şunu anladım: Aydemir, Kemal, Süleyman korkaktır. Ezbercidir. Dar ufukludurlar. Çekilsinler, partiyi bize bıraksınlar, biz iktidara geliriz. Peki, nasıl? Yani siz ne yapmak istediniz de Aydemir, Kemal, Süleyman engelledi?
Evet, üç kısa alıntı yaptım ve kendimce bazı sorular sordum. Dediğim gibi tamamen dışarıdan gelişmeleri takip eden ve tamamen farklı bir sol (hatta TKP’ye göre sol olmayan) gelenekten gelen ve en büyük motivasyonu gazetecilik olan biri olarak yazıyorum bu yazıyı. Bu nedenle meseleye “dangur-dungur” dalmış olabilirm, kusura bakmayınız.
Bir kez daha vurgulayayım: Öne sürülen eleştirilerin hiç biri TKP’yi bu noktaya getirecek ağırlıkta değil. Partinin yoldaşlık hukuku içinde ve birliğini koruyarak aşabileceği sorunlar.
Anlaşılıyor ki, birileri uzun süredir fay hattı gibi negatif enerji biriktirmiş, alttan alta çatlağı ilerletmiş.
Anlaşılıyor ki, Haziran direnişinde on binler boğaz köprüsünü geçip Taksim’e yürürken birileri “cesaret” gösterisi yapıyormuş.
Anlaşılıyor ki, öğrenci, işçi, cebindeki günlük harçlığının bir kısmını verip her gün bir SoL alırken birileri başarısızlığın pususunda yatıyormuş.
Ağır olmadı mı , diyeceksiniz? Ne yapalım, arkadaşlar..Sizler çıkıp bu partinin neden durup dururken parçalandığını bize açık açık, tane tane anlatmadıkça aklımıza her türlü olasılık gelir.
Bugünlerde TKP Alıtım ve TKP 12. Kongre adına çeşitli konularda açıklamalar yapılıyor. Hemen hemen her konuda aynı görüş savunuluyor.
Arkadaşlar, bizimle dalga mı geçiyorsunuz.?
Evet, tekrar ve tane tane soruyorum. İki ayrı kongreye gidecek kadar ve de kongreler bile yapılmadan fiilen bölünecek kadar sizi ayrıştıran nedir?
Bana göre meselenin parti içi iktidar boyutu çok ama çok ağırlık kazanmış. Hatta sağdan soldan kulağıma gelen öyle eleştiriler, öyle tanımlamalar, öyle davranışlar var ki buraya yazmaya elim varmıyor.
***
Değerli dostlar, Sevgili Atılımcı ve de 12. Arkadaşlar..!
Kendi içinizdeki duyguları, düşünceleri bilemem. Ama bilin ki biz TKP’li olmayan dostlarınızı çok şaşırttınız. Büyük hayal kırıklığı yaşattınız. Kimse kusura bakmasın, TKP birikimine, kadrolarına, yönetimine yakışmayacak düzeysizlikte bir kavga yürütülüyor. Milyonlarca kişi sizin formüle ettiğiniz “boyun eğme” sloganını daha bir yıl önce bu ülkenin alanlarında ölümüne haykırdı, boyun eğmedi. Diktatöre karşı elbette boyun eğmedik, bundan sonra da eğmeyeceğiz ama nasıl olmuşsa parti içinde yuvalanmış bu nefret, bu öfke, bu düzeysizlik dosta düşmanı karşı TKP’nin dostlarının başını öne eğdirecek, bilesiniz. Hadi, bizim gibi partili olmayanları bir yana bırakın ama pırıl pırıl partili insanlarınızı, yoldaşlarınızı daha fazla üzmeyin. Boyun eğmeyenlerin başını öne eğdirmeyin…!
- marisa (24.07.14 17:37:01)
1