[]

miller-urey deneyi hakkında
forum gibi oldu ama konuyu fazla uzatmayacak ve tartışma yaratmayacak şekilde iki sorular sormak istiyorum.
1-Bu deneyden sonra benzer deneyler neden yapılmadı? Gerek sterillik, gerek teknoloji olarak çok daha ilerideyiz bugün. Deneye itirazlar olduğu halde tekrarlanmadı başkaları tarafından(bildiğim kadarıyla). Yoksa bilim dünyasında genel olarak kabul gördü mü?
2- Dünyada canlı hayatın başlangıç şartlarının bu deneyle aynı olmayabileceği(hatta muhtemelen olmadığı) ancak aminoasitlerin bu deneydeki giriş elementleriyle oluşabileceği kanıtlandı. Dünyada canlı hayatın başlangıç şartları hakkında bugün daha farklı çalışmalar mevcut. Bu veriler ışığında deney tekrarlandı mı?
umarım yaradılış vs. evrim tartışmasına dönmez.
1-Bu deneyden sonra benzer deneyler neden yapılmadı? Gerek sterillik, gerek teknoloji olarak çok daha ilerideyiz bugün. Deneye itirazlar olduğu halde tekrarlanmadı başkaları tarafından(bildiğim kadarıyla). Yoksa bilim dünyasında genel olarak kabul gördü mü?
2- Dünyada canlı hayatın başlangıç şartlarının bu deneyle aynı olmayabileceği(hatta muhtemelen olmadığı) ancak aminoasitlerin bu deneydeki giriş elementleriyle oluşabileceği kanıtlandı. Dünyada canlı hayatın başlangıç şartları hakkında bugün daha farklı çalışmalar mevcut. Bu veriler ışığında deney tekrarlandı mı?
umarım yaradılış vs. evrim tartışmasına dönmez.

Harun Yahya rulz!
Harun Yahya, Evrim Aldatmacası kitabının Evrimin Moleküler Çıkmazı bölümünde Miller-Urey deneyinin başarısız bir deneme ve geçersiz bir deney olduğunu söylüyor. Bu deneyin kendi içinde birçok tutarsızlık içerdiğini, bu sebeple de Evrim Teorisinin bir moleküler çıkmaz içinde olduğunu iddia ediyor. Şimdi hep beraber Harun Yahya’nın bu iddialarını inceleyelim. İlk iddia şöyle (Harun Yahya, Evrim Aldatmacası, 2005, s. 148):
Miller’ın, ilkel dünya koşullarında amino asitlerin kendi kendilerine oluşabileceklerini kanıtlamak amacıyla yaptığı deney birçok yönden tutarsızlık göstermektedir. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
1- Miller deneyinde, “soğuk tuzak” (cold trap) isimli bir mekanizma kullanarak amino asitleri oluştukları anda ortamdan izole etmişti. Çünkü aksi takdirde, amino asitleri oluşturan ortamın koşulları, bu molekülleri oluşmalarından hemen sonra imha edecekti.
Halbuki ilkel dünya koşullarında elbette bu çeşit bilinçli düzenekler yoktu. Ve mekanizma olmadan herhangi bir çeşit amino asit elde edilse bile, bu moleküller aynı ortamda hemen parçalanacaklardı. Kimyager Richard Bliss’in belirttiği gibi, “bu soğuk tuzak olmasa, kimyasal ürünler elektrik kaynağı tarafından tahrip edilmiş olacaktı”. 116
Nitekim Miller, soğuk tuzak yerleştirmeden yaptığı daha önceki deneylerde tek bir amino asit bile elde edememişti.
116 Richard B. Bliss & Gary E. Parker, Origin of Life, California: 1979, s. 14
Elbette doğada deneylerdeki gibi bilinçli yapılar yoktur. Ama bilinçli yapılar olmaması deneylerdeki işlevi görecek doğal yapılar veya ortamlar olmadığı anlamına gelmez. Nitekim Dr. Ümit Sayın, Dünyada Organik Yaşamın Başlangıcı başlıklı makalesinde bu konuya değiniyor ve şöyle diyor:
Yaratılışçılar, ilk dünya koşullarında amonyak olmadığını, Miller’in ise soğuk tuzak denilen bir yöntemle amino asitleri elde ettiğini, Miller’in koşullarının bilinçli olarak çok yapay hazırlandığını ve sonuçların bilimsel bir sahtekarlık olduğunu söylemektedirler. Öncelikle Miller’in düzeneği tabii ki yapaydır; ama biyokimyada yapay olmayan koşullarda kontrollü deney yapılamaz ki; soğuk tuzak denilen ve reaksiyon ürünlerini soğutan bir düzenek kullanılmış olabilir; ama doğada bunun bir benzerinin var olmadığını söylemek, üstelik de 3.5-4.5 milyar yıl öncesinde gelişen olaylardan çok emin ifadelerle bahsetmek ancak, Yaratılışçılar gibi bilimi ayaklar altına alan, çıkaracakları sonuçlara önceden fikse olmuş insanlarda görülebilen bir düşünce hatasıdır. Örneğin okyanusların tabanlarındaki sıcak su kaynaklarının birden soğuyarak okyanusa karışması bahsedilen “soğuk tuzağı” doğal koşullarda oluşturabilir; doğadaki bugün tahmin edilemeyen pek çok yapı bunu meydana getirebilir. Nitekim, sadece sıcak su kaynaklarında mevcut bu ısının bile sığ okyanus sahillerinde suda çözünmüş amonyum (NH4), metan (CH4), karbon dioksiti (CO2) (veya su yüzeyindeki atmosferdeki gazları da katarak) reaksiyona sokabileceğini gösterir. Organik maddelerin ve ilk yaşamın denizlerdeki, gollerdeki, volkanik ortamlardaki sıcak su kaynaklarının bulunduğu yerde oluştuğu konusunda pek çok fikir de ortaya sürülmüştür.
Görüldüğü gibi doğada bu tip yapılar doğal olarak varolabiliyor. Bu sebeple Harun Yahya’nın Miller-Urey deneyinin geçersiz olduğunu iddia ederken ortaya koyduğu ilk argüman aslında tamamen geçersiz.
Şimdi Harun Yahya’nın kitabındaki ikinci iddiaya geçelim (Harun Yahya, Evrim Aldatmacası, s. 148-149):
2- Miller’ın deneyinde canlandırmaya çalıştığı ilkel atmosfer ortamı gerçekçi değildi. 1980′li yıllarda bilim adamları ilkel atmosferde, metan ve amonyak yerine azot ve karbondioksit bulunması gerektiği görüşünde birleştiler. Nitekim uzun süren bir sessizlikten sonra Miller’ın kendisi de kullandığı atmosfer ortamının gerçekçi olmadığını itiraf etti. 117 Peki Miller neden bu gazlar konusunda ısrar etmişti? Cevap basitti: Amonyak olmadan, bir amino asitin sentezlenmesi imkansızdı. Kevin Mc Kean, Discover dergisinde yayınladığı makalede bu durumu şöyle anlatıyor:
Miller ve Urey dünyanın eski atmosferini metan ve amonyak karıştırarak kopya ettiler… Oysa son çalışmalarda o zamanlar dünyanın çok sıcak olduğu ve ergimiş nikel ile demirin karışımından meydana geldiği anlaşılmıştır. Böylece o dönemdeki kimyevi atmosferin daha çok azot, karbondioksit ve su buharından oluşması gerekir. Oysa bunlar organik moleküllerin oluşması için amonyak ve metan kadar uygun değildirler. 118
Nitekim Amerikalı bilim adamları J.P. Ferris ve C.T. Chen, karbondioksit, hidrojen, azot ve su buharından oluşan bir karışımla Miller’ın deneyini tekrarladılar ve bir tek molekül amino asit bile elde edemediler. 119
117 Stanley Miller, Molecular Evolution of Life: Current Status of the Prebiotic Synthesis of Small Molecules, 1986, s. 7
118 Kevin Mc Kean, Bilim ve Teknik, Sayı 189, s. 7
119 J. P. Ferris, C. T. Chen, “Photochemistry of Methane, Nitrogen, and Water Mixture As a Model for the Atmosphere of the Primitive Earth”, Journal of American Chemical Society, cilt 97:11, 1975, s. 2964
Miller-Urey deneyinde ilkel atmosfer koşullarını oluşturmak için NH3 ve CH4 -ve bunların yanında H2O (su) ve H2 (hidrojen) de- kullanılmıştı çünkü o zamanlar ilkel atmosferde bu moleküllerin olduğu düşünülüyordu. Ama daha sonraları ilkel atmosferde bu gazların olmadığı anlaşıldı. İlkel atmosferin çoğunlukla CO2 (karbondioksit) ve N2 (nitrojen) ve biraz da CO (karbonmonksit) gazlarından oluştuğu anlaşılmıştır (1, 2, 3, 4). İlkel atmosferle ilgili elde edilen yeni bilgiler ışığında Miller-Urey deneyi birçok kere tekrarlanmış ve CO, CO2, N2 kullanılarak elde edilen sonuçların Miller-Urey deneyindeki gibi CH4 ve NH3 kullanıldığında elde edilen sonuçlarla aynı olduğu görülmüştür (5, 6). Yani bu sonuçlardan anlaşılabileceği gibi Harun Yahya’nın iddia ettiği gibi Amonyak (NH3) olmadan amino asit sentezlenmesi imkansız değildir, tam tersine bunun mümkün olduğu deneylerle kanıtlanmıştır (5, 6). Ayrıca Miller-Urey deneyindeki gibi elektrik boşalması (electric discharge) kullanmak yerine kozmik radyasyon (5) ve yüksek sıcaklık (7) kullanılarak da aynı sonuçlara ulaşılmıştır.
Tüm bunların dışında 28 Eylül 1969′da Avusturalya’nın Murchison bölgesine düşen bir göktaşında çoğu dünyada bulunayan 70′in üzerinde amino asit bulunmuştur (8, 9). Sırf bu kanıt bile amino asitlerin evrende doğal sebeplerle kendiliğinden oluşabileceğini göstermektedir.
Ayrıca 2005 yılında Colorado ve Waterloo Üniversitelerindeki bilim adamlarının yaptıkları araştırmalarda ilkel dünya atmosferinde %30′un üzerinde H2 (hidrojen) olduğu sonucuna ulaşıldı (10). Buna göre ilkel atmosfer koşullarının, organik moleküllerin (ve dolayısıyla yaşamın) oluşmasına eskiden düşünülenden çok daha fazla uygun olduğu sonucu ortaya çıkıyor.
Harun Yahya’nın Miller-Urey deneyiyle ilgili yanılgılarını incelemeye devam ediyoruz. Harun Yahya iddialarına şöyle devam ediyor (Harun Yahya, Evrim Aldatmacası, 2005, s. 149):
3- Miller’ın deneyini geçersiz kılan bir diğer önemli nokta da, amino asitlerin oluştuğu öne sürülen dönemde, atmosferde amino asitlerin tümünü parçalayacak yoğunlukta oksijen bulunmasıydı. Miller’in gözardı ettiği bu gerçek, yaşları 3.5 milyar yıl olarak hesaplanan taşlardaki okside olmuş demir ve uranyum birikintileriyle anlaşıldı.120
Oksijen miktarının, bu dönemde evrimcilerin iddia ettiğinin çok üstünde olduğunu gösteren başka bulgular da ortaya çıktı. Araştırmalar, o dönemde dünya yüzeyine evrimcilerin tahminlerinden 10 bin kat daha fazla ultraviyole ışını ulaştığını gösterdi. Bu yoğun ultraviyolenin atmosferdeki su buharı ve karbondioksiti ayrıştırarak oksijen açığa çıkarması ise kaçınılmazdı.
Bu durum, oksijen dikkate alınmadan yapılmış olan Miller deneyini tamamen geçersiz kılıyordu. Eğer deneyde oksijen kullanılsaydı, metan, karbondioksit ve suya, amonyak ise azot ve suya dönüşecekti. Diğer taraftan, oksijenin bulunmadığı bir ortamda-henüz ozon tabakası var olmadığından-ultraviyole ışınına doğrudan maruz kalacak olan amino asitlerin hemen parçalanacakları da açıktı. Sonuçta ilkel dünyada oksijenin var olması da, olmaması da amino asitler için yok edici bir ortam demekti.
120 “New Evidence on Evolution of Early Atmosphere and Life”, Bulletin of the American Meteorological Society, cilt 63, Kasım 1982, s. 1328-1330
Dünya üzerinde yaşamın 3.8 milyar yıl önce başladığı düşünülmektedir (1, 2). Önemli olan yaşam başlamadan önceki dönemde atmosferde yeterli miktarda serbest O2 olup olmadığıdır. Bilimsel çevrelerdeki yaygın görüş yaşamın oluşumundan önce atmosferdeki serbest O2 oranının %0.1 veya daha az olduğu yönündedir (3). Zaten 2.5 milyar yıldan yaşlı kayalarda bulunan demir ve uranit miktarlarından da o zamanki atmosferde serbest oksijenin eser miktarda olduğu anlaşılmaktadır (4). Bunların yanında yerkabuğun manto tabakasında yapılan kimyasal incelemeler dünyanın ilk oluşumunda atmosferde oksijen olmadığını göstermektedir (5). Ayrıca güncel bilgilere göre 2.3 milyar yıl öncesine kadar atmosferdeki oksijen miktarının artmadığı da bilinmektedir (3, 6). Atmosferdeki oksijen miktarının fotosentez yapan canlıların evrimleşmesiyle birlikte artmaya başlamıştır. Ayrıca 2.5 milyar civarı yıllık bir kayada oksitlenmemiş Seryum bulunmuştur ki bu yüksek miktarda oksijen içerdiği iddia edilen bir atmosfer koşulunda mümkün değildir (7).
Harun Yahya’nın UV (morötesi) ışınların su buharı ve karbodioksiti ayrıştırarak oksijen açığa çıkarması ile ilgili söyledikleri ise gerçekleri yansıtmamaktadır. İlkel atmosferde yaşamın ortaya çıktığı düşünülen zamanda ozon tabakası zaten vardı. Ozonda, suda ve su buharında bol miktarda oksijen atomları mevcuttu. Ama yukarda da açıkladığım gibi serbest oksijen eser miktardaydı. Miller-Urey deneyinde oluşan yapıların parçalanmasına sebep olacak şey serbest oksijendir, su buharı, ozon veya diğer moleküllerin içindeki oksijen atomları değil. Aynı şekilde UV ışınların amino asitleri hemen parçalayacağı iddiası da gerçekçi değil. Bunun bir sebebi yaşamın ilk olarak okyanusların derinliklerinde jeotermal yarıkların etrafında yani UV ışınlarından uzakta başlamış olduğu düşüncesidir. Ayrıca Dünyaya düşen göktaşlarında bulunan amino asitler, bu düşünceyi geçersiz kılmaya yeterli olacaktır çünkü bu göktaşları hem uzayda hem de atmosfere girdikten sonra ozon tabakasına gelene kadarki bölümde Güneşten gelen UV ışınlarına direk olarak maruz kalmaktadırlar.
Bunların dışında yapılan bazı araştırmalarda UV ışınlarına direk maruz bırakılan RNA ve DNA moleküllerinin azotlu bazlarının, UV ışınlarını absorbe ederek molekülün genel yapısını bozulmasının engellediği görülmüştür (8, 9). Azotlu bazlar UV ışın altında bir anlamda feda edilerek genel yapının korunmasını sağlamaktadır. Ayrıca basit organik maddelerin bulunduğu bir ortam UV ışınlarına maruz bırakıldığında bazı kimyasal bağların koparak yeni bağlar oluşmasına sebep olduğu ve böylece daha kompleks moleküllerin oluştuğu gözlemlenmiştir (10, 11).
Harun Yahya’nın Miller-Urey deneyiyle ilgili son iddiasına da bakalım (Harun Yahya, Evrim Aldatmacası, s. 149-150):
4- Miller deneyinin sonucunda, canlıların yapı ve fonksiyonlarını bozucu özelliklere sahip organik asitlerden de çok miktarda oluşmuştu. Amino asitlerin, izole edilmeyip de bu kimyasal maddelerle aynı ortamda bırakılmaları halinde ise, bunlarla kimyasal reaksiyona girip parçalanmaları ve farklı bileşiklere dönüşmeleri kaçınılmazdı.
Ayrıca deney sonucunda ortaya bol miktarda sağ-elli amino asit çıkmıştı. Bu amino asitlerin varlığı, evrimi kendi mantığı içinde bile çürütüyordu.121 Çünkü sağ-elli amino asitler, canlı yapısında kullanılamayan amino asitlerdi. Sonuç olarak Miller’ın deneyindeki amino asitlerin oluştuğu ortam, canlılık için elverişli değil, aksine ortaya çıkacak işe yarar molekülleri parçalayıcı, yakıcı bir asit karışımı niteliğindeydi.
121 Richard B. Bliss & Gary E. Parker, Origin of Life, California, 1979, s. 25
Miller-Urey deneyinde ortaya çıkan amino asitlerin çoğu Harun Yahya’nın söylediği gibi sağ elli değildir. Stanley Miller, bir röportajda deney sonucunda elde edilen sağ elli (D amino asit) ve sol elli (L amino asit) amino asitlerin sayılarının eşit olduğunu belirtmiştir. Canlılardaki proteinlerin büyük bir bölümünü L amino asitlerden oluşur. D amino asitler bacterilerin hücre duvarların bolca bulunur. Ayrıca Dünyaya düşen göktaşlarında L amino asitlerin D amino asitlere göre daha fazla olduğu görülmektedir (12). Ayrıca oluşan ortamın yıkıcı olduğu gerekçesiyle animoasitlerin kendiliğinden oluşsa bile yok olmaya mahkum olduğu argümanı daha önce de belirtmiş olduğum, uzaydan gelen meteoritlerdeki aminoasitlerin varlığı varlığı karşısında geçersiz hale gelmektedir.
Görüldüğü gibi Harun Yahya’nın ortaya koyduğu iddialar tamamen temelsiz ve gerçek dışıdır. Miller-Urey deneyi üzerinden Evrim Teorisine saldırmaya çalışıyor ama insanlara gerçekleri değil olmasını istediği şeyleri anlatıyor ve insanları bunlara inandırmaya çalışıyor.
alin teri degil copy-pasta
www.evrimteorisi.org
www.evrimteorisi.org
Harun Yahya, Evrim Aldatmacası kitabının Evrimin Moleküler Çıkmazı bölümünde Miller-Urey deneyinin başarısız bir deneme ve geçersiz bir deney olduğunu söylüyor. Bu deneyin kendi içinde birçok tutarsızlık içerdiğini, bu sebeple de Evrim Teorisinin bir moleküler çıkmaz içinde olduğunu iddia ediyor. Şimdi hep beraber Harun Yahya’nın bu iddialarını inceleyelim. İlk iddia şöyle (Harun Yahya, Evrim Aldatmacası, 2005, s. 148):
Miller’ın, ilkel dünya koşullarında amino asitlerin kendi kendilerine oluşabileceklerini kanıtlamak amacıyla yaptığı deney birçok yönden tutarsızlık göstermektedir. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
1- Miller deneyinde, “soğuk tuzak” (cold trap) isimli bir mekanizma kullanarak amino asitleri oluştukları anda ortamdan izole etmişti. Çünkü aksi takdirde, amino asitleri oluşturan ortamın koşulları, bu molekülleri oluşmalarından hemen sonra imha edecekti.
Halbuki ilkel dünya koşullarında elbette bu çeşit bilinçli düzenekler yoktu. Ve mekanizma olmadan herhangi bir çeşit amino asit elde edilse bile, bu moleküller aynı ortamda hemen parçalanacaklardı. Kimyager Richard Bliss’in belirttiği gibi, “bu soğuk tuzak olmasa, kimyasal ürünler elektrik kaynağı tarafından tahrip edilmiş olacaktı”. 116
Nitekim Miller, soğuk tuzak yerleştirmeden yaptığı daha önceki deneylerde tek bir amino asit bile elde edememişti.
116 Richard B. Bliss & Gary E. Parker, Origin of Life, California: 1979, s. 14
Elbette doğada deneylerdeki gibi bilinçli yapılar yoktur. Ama bilinçli yapılar olmaması deneylerdeki işlevi görecek doğal yapılar veya ortamlar olmadığı anlamına gelmez. Nitekim Dr. Ümit Sayın, Dünyada Organik Yaşamın Başlangıcı başlıklı makalesinde bu konuya değiniyor ve şöyle diyor:
Yaratılışçılar, ilk dünya koşullarında amonyak olmadığını, Miller’in ise soğuk tuzak denilen bir yöntemle amino asitleri elde ettiğini, Miller’in koşullarının bilinçli olarak çok yapay hazırlandığını ve sonuçların bilimsel bir sahtekarlık olduğunu söylemektedirler. Öncelikle Miller’in düzeneği tabii ki yapaydır; ama biyokimyada yapay olmayan koşullarda kontrollü deney yapılamaz ki; soğuk tuzak denilen ve reaksiyon ürünlerini soğutan bir düzenek kullanılmış olabilir; ama doğada bunun bir benzerinin var olmadığını söylemek, üstelik de 3.5-4.5 milyar yıl öncesinde gelişen olaylardan çok emin ifadelerle bahsetmek ancak, Yaratılışçılar gibi bilimi ayaklar altına alan, çıkaracakları sonuçlara önceden fikse olmuş insanlarda görülebilen bir düşünce hatasıdır. Örneğin okyanusların tabanlarındaki sıcak su kaynaklarının birden soğuyarak okyanusa karışması bahsedilen “soğuk tuzağı” doğal koşullarda oluşturabilir; doğadaki bugün tahmin edilemeyen pek çok yapı bunu meydana getirebilir. Nitekim, sadece sıcak su kaynaklarında mevcut bu ısının bile sığ okyanus sahillerinde suda çözünmüş amonyum (NH4), metan (CH4), karbon dioksiti (CO2) (veya su yüzeyindeki atmosferdeki gazları da katarak) reaksiyona sokabileceğini gösterir. Organik maddelerin ve ilk yaşamın denizlerdeki, gollerdeki, volkanik ortamlardaki sıcak su kaynaklarının bulunduğu yerde oluştuğu konusunda pek çok fikir de ortaya sürülmüştür.
Görüldüğü gibi doğada bu tip yapılar doğal olarak varolabiliyor. Bu sebeple Harun Yahya’nın Miller-Urey deneyinin geçersiz olduğunu iddia ederken ortaya koyduğu ilk argüman aslında tamamen geçersiz.
Şimdi Harun Yahya’nın kitabındaki ikinci iddiaya geçelim (Harun Yahya, Evrim Aldatmacası, s. 148-149):
2- Miller’ın deneyinde canlandırmaya çalıştığı ilkel atmosfer ortamı gerçekçi değildi. 1980′li yıllarda bilim adamları ilkel atmosferde, metan ve amonyak yerine azot ve karbondioksit bulunması gerektiği görüşünde birleştiler. Nitekim uzun süren bir sessizlikten sonra Miller’ın kendisi de kullandığı atmosfer ortamının gerçekçi olmadığını itiraf etti. 117 Peki Miller neden bu gazlar konusunda ısrar etmişti? Cevap basitti: Amonyak olmadan, bir amino asitin sentezlenmesi imkansızdı. Kevin Mc Kean, Discover dergisinde yayınladığı makalede bu durumu şöyle anlatıyor:
Miller ve Urey dünyanın eski atmosferini metan ve amonyak karıştırarak kopya ettiler… Oysa son çalışmalarda o zamanlar dünyanın çok sıcak olduğu ve ergimiş nikel ile demirin karışımından meydana geldiği anlaşılmıştır. Böylece o dönemdeki kimyevi atmosferin daha çok azot, karbondioksit ve su buharından oluşması gerekir. Oysa bunlar organik moleküllerin oluşması için amonyak ve metan kadar uygun değildirler. 118
Nitekim Amerikalı bilim adamları J.P. Ferris ve C.T. Chen, karbondioksit, hidrojen, azot ve su buharından oluşan bir karışımla Miller’ın deneyini tekrarladılar ve bir tek molekül amino asit bile elde edemediler. 119
117 Stanley Miller, Molecular Evolution of Life: Current Status of the Prebiotic Synthesis of Small Molecules, 1986, s. 7
118 Kevin Mc Kean, Bilim ve Teknik, Sayı 189, s. 7
119 J. P. Ferris, C. T. Chen, “Photochemistry of Methane, Nitrogen, and Water Mixture As a Model for the Atmosphere of the Primitive Earth”, Journal of American Chemical Society, cilt 97:11, 1975, s. 2964
Miller-Urey deneyinde ilkel atmosfer koşullarını oluşturmak için NH3 ve CH4 -ve bunların yanında H2O (su) ve H2 (hidrojen) de- kullanılmıştı çünkü o zamanlar ilkel atmosferde bu moleküllerin olduğu düşünülüyordu. Ama daha sonraları ilkel atmosferde bu gazların olmadığı anlaşıldı. İlkel atmosferin çoğunlukla CO2 (karbondioksit) ve N2 (nitrojen) ve biraz da CO (karbonmonksit) gazlarından oluştuğu anlaşılmıştır (1, 2, 3, 4). İlkel atmosferle ilgili elde edilen yeni bilgiler ışığında Miller-Urey deneyi birçok kere tekrarlanmış ve CO, CO2, N2 kullanılarak elde edilen sonuçların Miller-Urey deneyindeki gibi CH4 ve NH3 kullanıldığında elde edilen sonuçlarla aynı olduğu görülmüştür (5, 6). Yani bu sonuçlardan anlaşılabileceği gibi Harun Yahya’nın iddia ettiği gibi Amonyak (NH3) olmadan amino asit sentezlenmesi imkansız değildir, tam tersine bunun mümkün olduğu deneylerle kanıtlanmıştır (5, 6). Ayrıca Miller-Urey deneyindeki gibi elektrik boşalması (electric discharge) kullanmak yerine kozmik radyasyon (5) ve yüksek sıcaklık (7) kullanılarak da aynı sonuçlara ulaşılmıştır.
Tüm bunların dışında 28 Eylül 1969′da Avusturalya’nın Murchison bölgesine düşen bir göktaşında çoğu dünyada bulunayan 70′in üzerinde amino asit bulunmuştur (8, 9). Sırf bu kanıt bile amino asitlerin evrende doğal sebeplerle kendiliğinden oluşabileceğini göstermektedir.
Ayrıca 2005 yılında Colorado ve Waterloo Üniversitelerindeki bilim adamlarının yaptıkları araştırmalarda ilkel dünya atmosferinde %30′un üzerinde H2 (hidrojen) olduğu sonucuna ulaşıldı (10). Buna göre ilkel atmosfer koşullarının, organik moleküllerin (ve dolayısıyla yaşamın) oluşmasına eskiden düşünülenden çok daha fazla uygun olduğu sonucu ortaya çıkıyor.
Harun Yahya’nın Miller-Urey deneyiyle ilgili yanılgılarını incelemeye devam ediyoruz. Harun Yahya iddialarına şöyle devam ediyor (Harun Yahya, Evrim Aldatmacası, 2005, s. 149):
3- Miller’ın deneyini geçersiz kılan bir diğer önemli nokta da, amino asitlerin oluştuğu öne sürülen dönemde, atmosferde amino asitlerin tümünü parçalayacak yoğunlukta oksijen bulunmasıydı. Miller’in gözardı ettiği bu gerçek, yaşları 3.5 milyar yıl olarak hesaplanan taşlardaki okside olmuş demir ve uranyum birikintileriyle anlaşıldı.120
Oksijen miktarının, bu dönemde evrimcilerin iddia ettiğinin çok üstünde olduğunu gösteren başka bulgular da ortaya çıktı. Araştırmalar, o dönemde dünya yüzeyine evrimcilerin tahminlerinden 10 bin kat daha fazla ultraviyole ışını ulaştığını gösterdi. Bu yoğun ultraviyolenin atmosferdeki su buharı ve karbondioksiti ayrıştırarak oksijen açığa çıkarması ise kaçınılmazdı.
Bu durum, oksijen dikkate alınmadan yapılmış olan Miller deneyini tamamen geçersiz kılıyordu. Eğer deneyde oksijen kullanılsaydı, metan, karbondioksit ve suya, amonyak ise azot ve suya dönüşecekti. Diğer taraftan, oksijenin bulunmadığı bir ortamda-henüz ozon tabakası var olmadığından-ultraviyole ışınına doğrudan maruz kalacak olan amino asitlerin hemen parçalanacakları da açıktı. Sonuçta ilkel dünyada oksijenin var olması da, olmaması da amino asitler için yok edici bir ortam demekti.
120 “New Evidence on Evolution of Early Atmosphere and Life”, Bulletin of the American Meteorological Society, cilt 63, Kasım 1982, s. 1328-1330
Dünya üzerinde yaşamın 3.8 milyar yıl önce başladığı düşünülmektedir (1, 2). Önemli olan yaşam başlamadan önceki dönemde atmosferde yeterli miktarda serbest O2 olup olmadığıdır. Bilimsel çevrelerdeki yaygın görüş yaşamın oluşumundan önce atmosferdeki serbest O2 oranının %0.1 veya daha az olduğu yönündedir (3). Zaten 2.5 milyar yıldan yaşlı kayalarda bulunan demir ve uranit miktarlarından da o zamanki atmosferde serbest oksijenin eser miktarda olduğu anlaşılmaktadır (4). Bunların yanında yerkabuğun manto tabakasında yapılan kimyasal incelemeler dünyanın ilk oluşumunda atmosferde oksijen olmadığını göstermektedir (5). Ayrıca güncel bilgilere göre 2.3 milyar yıl öncesine kadar atmosferdeki oksijen miktarının artmadığı da bilinmektedir (3, 6). Atmosferdeki oksijen miktarının fotosentez yapan canlıların evrimleşmesiyle birlikte artmaya başlamıştır. Ayrıca 2.5 milyar civarı yıllık bir kayada oksitlenmemiş Seryum bulunmuştur ki bu yüksek miktarda oksijen içerdiği iddia edilen bir atmosfer koşulunda mümkün değildir (7).
Harun Yahya’nın UV (morötesi) ışınların su buharı ve karbodioksiti ayrıştırarak oksijen açığa çıkarması ile ilgili söyledikleri ise gerçekleri yansıtmamaktadır. İlkel atmosferde yaşamın ortaya çıktığı düşünülen zamanda ozon tabakası zaten vardı. Ozonda, suda ve su buharında bol miktarda oksijen atomları mevcuttu. Ama yukarda da açıkladığım gibi serbest oksijen eser miktardaydı. Miller-Urey deneyinde oluşan yapıların parçalanmasına sebep olacak şey serbest oksijendir, su buharı, ozon veya diğer moleküllerin içindeki oksijen atomları değil. Aynı şekilde UV ışınların amino asitleri hemen parçalayacağı iddiası da gerçekçi değil. Bunun bir sebebi yaşamın ilk olarak okyanusların derinliklerinde jeotermal yarıkların etrafında yani UV ışınlarından uzakta başlamış olduğu düşüncesidir. Ayrıca Dünyaya düşen göktaşlarında bulunan amino asitler, bu düşünceyi geçersiz kılmaya yeterli olacaktır çünkü bu göktaşları hem uzayda hem de atmosfere girdikten sonra ozon tabakasına gelene kadarki bölümde Güneşten gelen UV ışınlarına direk olarak maruz kalmaktadırlar.
Bunların dışında yapılan bazı araştırmalarda UV ışınlarına direk maruz bırakılan RNA ve DNA moleküllerinin azotlu bazlarının, UV ışınlarını absorbe ederek molekülün genel yapısını bozulmasının engellediği görülmüştür (8, 9). Azotlu bazlar UV ışın altında bir anlamda feda edilerek genel yapının korunmasını sağlamaktadır. Ayrıca basit organik maddelerin bulunduğu bir ortam UV ışınlarına maruz bırakıldığında bazı kimyasal bağların koparak yeni bağlar oluşmasına sebep olduğu ve böylece daha kompleks moleküllerin oluştuğu gözlemlenmiştir (10, 11).
Harun Yahya’nın Miller-Urey deneyiyle ilgili son iddiasına da bakalım (Harun Yahya, Evrim Aldatmacası, s. 149-150):
4- Miller deneyinin sonucunda, canlıların yapı ve fonksiyonlarını bozucu özelliklere sahip organik asitlerden de çok miktarda oluşmuştu. Amino asitlerin, izole edilmeyip de bu kimyasal maddelerle aynı ortamda bırakılmaları halinde ise, bunlarla kimyasal reaksiyona girip parçalanmaları ve farklı bileşiklere dönüşmeleri kaçınılmazdı.
Ayrıca deney sonucunda ortaya bol miktarda sağ-elli amino asit çıkmıştı. Bu amino asitlerin varlığı, evrimi kendi mantığı içinde bile çürütüyordu.121 Çünkü sağ-elli amino asitler, canlı yapısında kullanılamayan amino asitlerdi. Sonuç olarak Miller’ın deneyindeki amino asitlerin oluştuğu ortam, canlılık için elverişli değil, aksine ortaya çıkacak işe yarar molekülleri parçalayıcı, yakıcı bir asit karışımı niteliğindeydi.
121 Richard B. Bliss & Gary E. Parker, Origin of Life, California, 1979, s. 25
Miller-Urey deneyinde ortaya çıkan amino asitlerin çoğu Harun Yahya’nın söylediği gibi sağ elli değildir. Stanley Miller, bir röportajda deney sonucunda elde edilen sağ elli (D amino asit) ve sol elli (L amino asit) amino asitlerin sayılarının eşit olduğunu belirtmiştir. Canlılardaki proteinlerin büyük bir bölümünü L amino asitlerden oluşur. D amino asitler bacterilerin hücre duvarların bolca bulunur. Ayrıca Dünyaya düşen göktaşlarında L amino asitlerin D amino asitlere göre daha fazla olduğu görülmektedir (12). Ayrıca oluşan ortamın yıkıcı olduğu gerekçesiyle animoasitlerin kendiliğinden oluşsa bile yok olmaya mahkum olduğu argümanı daha önce de belirtmiş olduğum, uzaydan gelen meteoritlerdeki aminoasitlerin varlığı varlığı karşısında geçersiz hale gelmektedir.
Görüldüğü gibi Harun Yahya’nın ortaya koyduğu iddialar tamamen temelsiz ve gerçek dışıdır. Miller-Urey deneyi üzerinden Evrim Teorisine saldırmaya çalışıyor ama insanlara gerçekleri değil olmasını istediği şeyleri anlatıyor ve insanları bunlara inandırmaya çalışıyor.
alin teri degil copy-pasta
www.evrimteorisi.org
www.evrimteorisi.org
- yirtik foto
(12.02.13 15:54:45 ~ 15:55:31)
1