[]
Tesadüfler Meselesi
öncelikle kader kavramına inanmıyorum. yani kadere inanıyorsanız, devamını okumanıza gerek yok.
biraz uzun olabilir, uyarayım.
hayatın tesadüfler üzerine kurulduğunu düşünüyor musunuz siz de? özellikle ilişkilerimizin. arkadaşlık ilişkilerimiz, duygusal ilişkilerimiz, evliliklerimiz... herşey koca bir tesadüfün eseri değil mi?
annemizi babamızı da seçemiyoruz, doğduğumuz ülkeyi de seçemiyoruz konularına girmeyeceğim. benim asıl hedef aldığım, sonradan kurduğumuz ilişkiler.
mesela bir ilkokula yazdırıyor bizi anne ve babamız. belki şehrin en kötü okulu, belki en iyi koleji, belki de en kaliteli insanların tercih ettiği bir okul. ne farkeder? 5-8 sene okuyoruz. o zaman diliminde sınıfta kim varsa, onunla arkadaş oluyoruz. belki yan sınıftakilerle de arkadaş oluyoruz. sonra mahallede sağda solda oturan çocuklarla arkadaş oluyoruz. annemizin babamızın arkadaşlarının çocuklarıyla arkadaş oluyoruz. bu arada bizim kişisel beğenilerimiz oluşuyor. hayaller, hedefler ufak ufak beliriyor. bazımız müzik dinlemekten hoşlanıyoruz, iyi gitar çalıyoruz, bazımız tiyatroda rol almayı, bazılarımız şiir okumayı seviyoruz. sonra zevkler daha da spesifik bir hal almaya başlıyor. mesela gitar çalarken, metal dinlemeye ve metal çalmaya başlıyoruz. tiyatroya ilgi duyarken daha çok komik rollere bürünüyoruz, belki bir yandan karikatür çiziyoruz. şiir okurken serbest ölçülü şiirlere merak salıyoruz, bir yandan yazıyor bir yandan kıyıda köşede kalmış yazarların eserlerine ulaşıyoruz. ama mesela metal dinlerken, sınıftaki yakın arkadaşlarımız metal dinlemiyor. mesela en yakın arkadaşımız arabesk dinleyebiliyor. sen ona metal dinletiyorsun, o sana arabesk. ikiniz de çok sevmiyorsunuz diğer müziği. keşke diyorsun, o da metal dinliyor olsa. ya da karikatür çizen adamın çizimlerine bakıp "vay be ne süper çiziyorsun" diyen çok çıkıyor da, onun takip ettiği mizah dergisindeki x yazarını tanıyan kimse yok mahallede. ama yine de mahalledeki arkadaşları en iyi arkadaşları.
yani biz sadece o sınıfın, ortamın bir parçası oluyoruz. sonra da arkadaşlıklar kendi kendine kuruluyor. sevdiğin ve hayatını adamak istediğin şeyler hakkında sınırsızca fikir alışverişi yapabileceğin birisi, belki hemen 200 metre ilerdeki okulda okuyor. o sırada senin yaşadığın herşeyi o da yaşıyor. ama sen onu belki hayatın boyunca tanımayacaksın. ikiniz de belki hiç ortak zevkleriniz olmayan insanlarla bir ömür geçirip, o paylaşmanın büyük hazzını yaşayamadan ölüp gideceksiniz.
iş de öyle. bir şirkete, kuruma girip, herkesten nefret etseniz bile bir süre sonra iyi kötü aynı yola baş koymanızdan ötürü duygusal bağ kurmaya başlıyor, hayatınızda tanışma ihtimaliniz olmayan farklı insanlarla resmen kanka moduna giriyorsunuz. ben mesela en iyi arkadaşlarımla çalışmayı tercih ederim. ama mesela biri mesleki olarak tam zıttım, başka biri 600 km uzağımda. yani bunu yaşama şansım da yok. elimde ne varsa onunla idare etmeliyim. artık içmeye bile iş arkadaşlarımla gider hale geliyorum. herkes kendi dünyasından hikayeler anlatıyor. o kadar alakasızız ki.. ama bir yandan da arkadaşız artık. belki bi 10 sene daha yakın arkadaşlarımdan, ailemden çok onları göreceğim.
en acısı da duygusal ilişkiler konusu.
sevdiğimiz kız, sevdiğimiz erkek hep çevremizden biri olmadı mı? başka türlü nasıl olsun ki zaten? hep de isyan etmiyor muyuz? bitmeyen geyik değil mi bu? kadınların şu özellikleri, erkeklerin bu özellikleri.. herkes karşı cinse karşı bir suç yüklüyor. çünkü bugüne kadar ilişkilerimizi hep tesadüf üzerine yaşamışız. o yüklediğimiz suçlar, karşımızdakinin karakteri aslında. ama biz sadece gözleri güzel diye bile ilişki yaşamayı tercih etmişiz. bazen dünya çirkini birine, bazen güzeller güzeli bir başkasına, bazen kendini hiç geliştirememiş birine, bazen hayatı için inanılmaz mücadele veren bir diğerine.. ama hangisini analiz edip seçebiliyoruz ki? oluyor işte. biraz dialog kuruluyor. beğeni oluyor. dialog kurdukça bazen ortak özellikler çıkıyor. iki taraf da yoğunlaşıyor. iki taraf da birbirini deli gibi istiyor. biraz zaman geçince elini bir kez tutmak hayattaki tek amaç oluyor. sonra yanağından bir kez öpebilmek. sonra dudağından. sonra sevişebilmek onunla, daha önce hiç sevişmemiş gibi. yani ilişkide ne yaşadığımızı bile düşünmeden bu duygularla, tamamen tesadüf eseri denk geldiğimiz bir insanla birlikte olmaya başlıyoruz. bazen bu somut duygular öyle bir esir alıyor ki bizi, "ben çok şanslıyım çünkü hayatımın aşkını buldum" seviyesine geliyoruz. aslında öyle bir şey yok. çünkü sadece denk geldik. büyük bir şans olması gerek hayatının aşkına denk gelebilmen için.
örneğin sizin bir ilişkiden beklentiniz ne? karşıdaki saygılı olsun, evi olsun falan geçin bunu. siz game of thrones'un yeni bölmünü beklerken o kiralık aşk'ın son bölmünü youtube'dan heyecanla izliyor olmamalı mesela. sabahlara kadar deli gibi seviştiğiniz insanla aynı şeylerden zevk almak istemez misiniz? siz türk dizilerini sevmiyor ve izleyenlerine de tepki veriyorsunuz diyelim. onu sırf o olduğu için sevmekten bir gün vazgeçeceksiniz. o zaman kiralık aşk izlemesi size batacak. ya da siz stand up gösterileri severken o devlet tiyatrolarını seviyorsa? ve o hiç standup gösteri izlemek istemiyorsa? onunla evlendiğinizde nasıl beraber standup izleyeceksiniz? izleyemeyecek misiniz? bir şey diyeyim mi, sırf bu yüzden kendi hayatındaki zevklerinden vazgeçen o kadar çok insan var ki..
aslında en önemlisi de birisiyle gerçekten aynı doğrultuda düşünebilmek. yani saygı duymak karşılıklı. o zaman zevklerinize de saygı duyabilirsiniz. aynı zamanda bu saygıyı dışarıya da yansıtabilmek. aileye arkadaşlara çevreye.. herkese karşı saygılı ve anlayışlı davranabilmek. herkes ilk başta saygılı rolü yapabilir. ama bir insanın gerçekten ne olduğunu anlayabilmek için biraz zaman gerekecektir. ne oluyor bu senaryoda? yine işte denk geldiğimiz hoşlandığımız biri, ilişki başladı, hatta ne olduğunu anlamadan evlendin. bir gün bir lokantaya gidiyorsun ve karşındaki insanın oradaki garson yanlış bir şey getirdi diye resmen onu aşağıladığını görüyorsun. napabilirsin ki? değiştiremezsin onu. onun içinde bu duygu varsa, bu zamana kadar geldiyse ne kadar değişebilir ki? ha tam aksi, belki sen de insanları aşağılamayı seven birisin. bu durumda karşındakinin insanlara saygılı davranması ve herkese karşı anlayışlı tepkiler vermesi senin rahatsız edebilir. işte sonra kalkıp türlü mecralarda "abi bu kadınlar da hep kendini ezdiriyor.. ezik bunlar be" falan dersin. halbuki senin tesadüf eseri denk geldiğin ve aslında hiç bir şekilde iletişim kuramadığın insanlar onlar.
ekşi sözlük ya da duyuru gibi sosyal mecralar bu tesadüfleri kırmak için gerçekten iyi platformlar. neden? çünkü burada çoğu kişi kimliğini gizleyerek kendi içinden geçen şeyleri paylaşıyor. tabi son dönemde çoğunluk seks peşinde koşar oldu. bitmeyen sevişme sevdasıyla, herşeyi inanılmaz hızlı tüketme durumu birleşerek ilişkilerin de anlamını kaybetmesine itinayla yardımcı oluyor. yine de bazen burada çok güzel fikirler veren, saygılı olduğunu hissettiren kişiler görüyorum. artık herkes birbirini yanlış anlamaya müsait olduğu için her olumlu görüşe sahip olduğum kişiyle irtibata geçemiyorum tabi. bu da benim kendi kendime uyguladığım bir baskı. tamamen benim problemim. kendimi bi köşeye bırakırsak, demek istediğim, insanlar bu tür ortamlarda, bu tesadüf denklemini çürütebilirler. belki edirne'de yaşıyorsunuz ve sizin için en uygun insan, birebir olarak beklediğiniz herşeyi karşılayan kişi van'da yaşıyor. ve o da aynı şeyleri bekliyor, düşünüyor, yaşıyor. bu tür bir platformdan tanışıp belki de görüşebilir, ilişki bile yaşayabilirsiniz. ama bu düşüncelerim facebook, twitter, instagram gibi kişisel görüş beyanından öte gösteriş savaşına dönmüş mecralar için geçerli değil. buralar da zaten yakında onların yanındaki yerini alır.
işte, belki ekşi-duyuru gibi platformlarda tanışan insanlar.. başka nerede bu tesadüf döngüsü kırılabilir ki? belki senin ruh eşin şu anda izlandada yaşıyor. seninkiyse güney afrikada bir kabilede ve orada olmaktan nefret ederek günlerin geçmesini bekliyor. belki gerçek mutluluğu yaşayacağınız hiç bir insanla denk gelemeden ölüp gideceksiniz siz de.
bu ara bu konuyu çok düşünüyorum. öyle uzun uzun anlatmak istedim. yazasım da vardı biraz aslında. kendi kendime yazmayayım, paylaşayım istedim. elbette tesadüflere, karşıt görüşlerin birlikteliğine, sadece fiziksel çekime, birlikte gelişen arkadaşlıklar ve karakter özelliklerine inananlar da vardır aranızda. 30'uma dayandığım şu günlerde, hayatımın bugüne kadarki akışını baştan aşağı gözden geçirdiğimde, ben bunlara pek inanmadığıma karar verdim :)
biraz uzun olabilir, uyarayım.
hayatın tesadüfler üzerine kurulduğunu düşünüyor musunuz siz de? özellikle ilişkilerimizin. arkadaşlık ilişkilerimiz, duygusal ilişkilerimiz, evliliklerimiz... herşey koca bir tesadüfün eseri değil mi?
annemizi babamızı da seçemiyoruz, doğduğumuz ülkeyi de seçemiyoruz konularına girmeyeceğim. benim asıl hedef aldığım, sonradan kurduğumuz ilişkiler.
mesela bir ilkokula yazdırıyor bizi anne ve babamız. belki şehrin en kötü okulu, belki en iyi koleji, belki de en kaliteli insanların tercih ettiği bir okul. ne farkeder? 5-8 sene okuyoruz. o zaman diliminde sınıfta kim varsa, onunla arkadaş oluyoruz. belki yan sınıftakilerle de arkadaş oluyoruz. sonra mahallede sağda solda oturan çocuklarla arkadaş oluyoruz. annemizin babamızın arkadaşlarının çocuklarıyla arkadaş oluyoruz. bu arada bizim kişisel beğenilerimiz oluşuyor. hayaller, hedefler ufak ufak beliriyor. bazımız müzik dinlemekten hoşlanıyoruz, iyi gitar çalıyoruz, bazımız tiyatroda rol almayı, bazılarımız şiir okumayı seviyoruz. sonra zevkler daha da spesifik bir hal almaya başlıyor. mesela gitar çalarken, metal dinlemeye ve metal çalmaya başlıyoruz. tiyatroya ilgi duyarken daha çok komik rollere bürünüyoruz, belki bir yandan karikatür çiziyoruz. şiir okurken serbest ölçülü şiirlere merak salıyoruz, bir yandan yazıyor bir yandan kıyıda köşede kalmış yazarların eserlerine ulaşıyoruz. ama mesela metal dinlerken, sınıftaki yakın arkadaşlarımız metal dinlemiyor. mesela en yakın arkadaşımız arabesk dinleyebiliyor. sen ona metal dinletiyorsun, o sana arabesk. ikiniz de çok sevmiyorsunuz diğer müziği. keşke diyorsun, o da metal dinliyor olsa. ya da karikatür çizen adamın çizimlerine bakıp "vay be ne süper çiziyorsun" diyen çok çıkıyor da, onun takip ettiği mizah dergisindeki x yazarını tanıyan kimse yok mahallede. ama yine de mahalledeki arkadaşları en iyi arkadaşları.
yani biz sadece o sınıfın, ortamın bir parçası oluyoruz. sonra da arkadaşlıklar kendi kendine kuruluyor. sevdiğin ve hayatını adamak istediğin şeyler hakkında sınırsızca fikir alışverişi yapabileceğin birisi, belki hemen 200 metre ilerdeki okulda okuyor. o sırada senin yaşadığın herşeyi o da yaşıyor. ama sen onu belki hayatın boyunca tanımayacaksın. ikiniz de belki hiç ortak zevkleriniz olmayan insanlarla bir ömür geçirip, o paylaşmanın büyük hazzını yaşayamadan ölüp gideceksiniz.
iş de öyle. bir şirkete, kuruma girip, herkesten nefret etseniz bile bir süre sonra iyi kötü aynı yola baş koymanızdan ötürü duygusal bağ kurmaya başlıyor, hayatınızda tanışma ihtimaliniz olmayan farklı insanlarla resmen kanka moduna giriyorsunuz. ben mesela en iyi arkadaşlarımla çalışmayı tercih ederim. ama mesela biri mesleki olarak tam zıttım, başka biri 600 km uzağımda. yani bunu yaşama şansım da yok. elimde ne varsa onunla idare etmeliyim. artık içmeye bile iş arkadaşlarımla gider hale geliyorum. herkes kendi dünyasından hikayeler anlatıyor. o kadar alakasızız ki.. ama bir yandan da arkadaşız artık. belki bi 10 sene daha yakın arkadaşlarımdan, ailemden çok onları göreceğim.
en acısı da duygusal ilişkiler konusu.
sevdiğimiz kız, sevdiğimiz erkek hep çevremizden biri olmadı mı? başka türlü nasıl olsun ki zaten? hep de isyan etmiyor muyuz? bitmeyen geyik değil mi bu? kadınların şu özellikleri, erkeklerin bu özellikleri.. herkes karşı cinse karşı bir suç yüklüyor. çünkü bugüne kadar ilişkilerimizi hep tesadüf üzerine yaşamışız. o yüklediğimiz suçlar, karşımızdakinin karakteri aslında. ama biz sadece gözleri güzel diye bile ilişki yaşamayı tercih etmişiz. bazen dünya çirkini birine, bazen güzeller güzeli bir başkasına, bazen kendini hiç geliştirememiş birine, bazen hayatı için inanılmaz mücadele veren bir diğerine.. ama hangisini analiz edip seçebiliyoruz ki? oluyor işte. biraz dialog kuruluyor. beğeni oluyor. dialog kurdukça bazen ortak özellikler çıkıyor. iki taraf da yoğunlaşıyor. iki taraf da birbirini deli gibi istiyor. biraz zaman geçince elini bir kez tutmak hayattaki tek amaç oluyor. sonra yanağından bir kez öpebilmek. sonra dudağından. sonra sevişebilmek onunla, daha önce hiç sevişmemiş gibi. yani ilişkide ne yaşadığımızı bile düşünmeden bu duygularla, tamamen tesadüf eseri denk geldiğimiz bir insanla birlikte olmaya başlıyoruz. bazen bu somut duygular öyle bir esir alıyor ki bizi, "ben çok şanslıyım çünkü hayatımın aşkını buldum" seviyesine geliyoruz. aslında öyle bir şey yok. çünkü sadece denk geldik. büyük bir şans olması gerek hayatının aşkına denk gelebilmen için.
örneğin sizin bir ilişkiden beklentiniz ne? karşıdaki saygılı olsun, evi olsun falan geçin bunu. siz game of thrones'un yeni bölmünü beklerken o kiralık aşk'ın son bölmünü youtube'dan heyecanla izliyor olmamalı mesela. sabahlara kadar deli gibi seviştiğiniz insanla aynı şeylerden zevk almak istemez misiniz? siz türk dizilerini sevmiyor ve izleyenlerine de tepki veriyorsunuz diyelim. onu sırf o olduğu için sevmekten bir gün vazgeçeceksiniz. o zaman kiralık aşk izlemesi size batacak. ya da siz stand up gösterileri severken o devlet tiyatrolarını seviyorsa? ve o hiç standup gösteri izlemek istemiyorsa? onunla evlendiğinizde nasıl beraber standup izleyeceksiniz? izleyemeyecek misiniz? bir şey diyeyim mi, sırf bu yüzden kendi hayatındaki zevklerinden vazgeçen o kadar çok insan var ki..
aslında en önemlisi de birisiyle gerçekten aynı doğrultuda düşünebilmek. yani saygı duymak karşılıklı. o zaman zevklerinize de saygı duyabilirsiniz. aynı zamanda bu saygıyı dışarıya da yansıtabilmek. aileye arkadaşlara çevreye.. herkese karşı saygılı ve anlayışlı davranabilmek. herkes ilk başta saygılı rolü yapabilir. ama bir insanın gerçekten ne olduğunu anlayabilmek için biraz zaman gerekecektir. ne oluyor bu senaryoda? yine işte denk geldiğimiz hoşlandığımız biri, ilişki başladı, hatta ne olduğunu anlamadan evlendin. bir gün bir lokantaya gidiyorsun ve karşındaki insanın oradaki garson yanlış bir şey getirdi diye resmen onu aşağıladığını görüyorsun. napabilirsin ki? değiştiremezsin onu. onun içinde bu duygu varsa, bu zamana kadar geldiyse ne kadar değişebilir ki? ha tam aksi, belki sen de insanları aşağılamayı seven birisin. bu durumda karşındakinin insanlara saygılı davranması ve herkese karşı anlayışlı tepkiler vermesi senin rahatsız edebilir. işte sonra kalkıp türlü mecralarda "abi bu kadınlar da hep kendini ezdiriyor.. ezik bunlar be" falan dersin. halbuki senin tesadüf eseri denk geldiğin ve aslında hiç bir şekilde iletişim kuramadığın insanlar onlar.
ekşi sözlük ya da duyuru gibi sosyal mecralar bu tesadüfleri kırmak için gerçekten iyi platformlar. neden? çünkü burada çoğu kişi kimliğini gizleyerek kendi içinden geçen şeyleri paylaşıyor. tabi son dönemde çoğunluk seks peşinde koşar oldu. bitmeyen sevişme sevdasıyla, herşeyi inanılmaz hızlı tüketme durumu birleşerek ilişkilerin de anlamını kaybetmesine itinayla yardımcı oluyor. yine de bazen burada çok güzel fikirler veren, saygılı olduğunu hissettiren kişiler görüyorum. artık herkes birbirini yanlış anlamaya müsait olduğu için her olumlu görüşe sahip olduğum kişiyle irtibata geçemiyorum tabi. bu da benim kendi kendime uyguladığım bir baskı. tamamen benim problemim. kendimi bi köşeye bırakırsak, demek istediğim, insanlar bu tür ortamlarda, bu tesadüf denklemini çürütebilirler. belki edirne'de yaşıyorsunuz ve sizin için en uygun insan, birebir olarak beklediğiniz herşeyi karşılayan kişi van'da yaşıyor. ve o da aynı şeyleri bekliyor, düşünüyor, yaşıyor. bu tür bir platformdan tanışıp belki de görüşebilir, ilişki bile yaşayabilirsiniz. ama bu düşüncelerim facebook, twitter, instagram gibi kişisel görüş beyanından öte gösteriş savaşına dönmüş mecralar için geçerli değil. buralar da zaten yakında onların yanındaki yerini alır.
işte, belki ekşi-duyuru gibi platformlarda tanışan insanlar.. başka nerede bu tesadüf döngüsü kırılabilir ki? belki senin ruh eşin şu anda izlandada yaşıyor. seninkiyse güney afrikada bir kabilede ve orada olmaktan nefret ederek günlerin geçmesini bekliyor. belki gerçek mutluluğu yaşayacağınız hiç bir insanla denk gelemeden ölüp gideceksiniz siz de.
bu ara bu konuyu çok düşünüyorum. öyle uzun uzun anlatmak istedim. yazasım da vardı biraz aslında. kendi kendime yazmayayım, paylaşayım istedim. elbette tesadüflere, karşıt görüşlerin birlikteliğine, sadece fiziksel çekime, birlikte gelişen arkadaşlıklar ve karakter özelliklerine inananlar da vardır aranızda. 30'uma dayandığım şu günlerde, hayatımın bugüne kadarki akışını baştan aşağı gözden geçirdiğimde, ben bunlara pek inanmadığıma karar verdim :)
Bazen ben de oturup dusunuyorum bunu. Bence de hayatimiz tesaduflerden ve secimlerden olusuyor. Kader fazla abartiliyor ve cogunlukla yanlis anlamda kullaniliyor. Onu konudan ayirmak lazim biraz.
Gunumuz insaninin internet nedeniyle bireysellesmesini bahsettigin donguyu kirma istegine bagliyorum ben. Artik hickimse is arkadaslariyla, okulda tanidiklariyla zaman gecirmek zorunda degil. Kendi istegine gore sekillendirebilecegi koca bir deniz var onunde. Dolayisi ile bunu kullanmak istiyor. Hazza ulasmanin bir yolu bu.
Mesela ben eksi duyuru denen bir mecrada kfk takma adli birinin tipki benim gibi dusundugumu ogrendim bugun. Tamamen tesaduf eseri :)
Gunumuz insaninin internet nedeniyle bireysellesmesini bahsettigin donguyu kirma istegine bagliyorum ben. Artik hickimse is arkadaslariyla, okulda tanidiklariyla zaman gecirmek zorunda degil. Kendi istegine gore sekillendirebilecegi koca bir deniz var onunde. Dolayisi ile bunu kullanmak istiyor. Hazza ulasmanin bir yolu bu.
Mesela ben eksi duyuru denen bir mecrada kfk takma adli birinin tipki benim gibi dusundugumu ogrendim bugun. Tamamen tesaduf eseri :)
- cikmaz sokaktan cikagelen cocuk (05.11.16 23:22:48)
Tümünü okumadım ama şunu diyeyim: Seçimler ya da tesadüfler önemli. Ben de dün otobüsü kaçırıp bi sonrakini 20dk kadar beklerken bunu düşündüm. Belki kaçırdığımız bi otobüs bile gelecek olaylar zincirinde çok önemli değişimlere yol açıyor, kim bilir..
- manuel mandalina (05.11.16 23:50:14)
Yalnız tüm bunları kaderden neden ayırdığınızı anlayamadım.
Genel olarak bir seçim silsilesinin sonuçlarını yaşıyor gibiyiz evet.
Genel olarak bir seçim silsilesinin sonuçlarını yaşıyor gibiyiz evet.
- pomknos (06.11.16 00:00:14)
@cikmaz sokaktan cikagelen cocuk, eyvallah :) mevzunun güzelliği böyle karşılaşmalarda gizli zaten.
@pomknos, ayırdım ki konuyu dini bir boyutta tartışmayalım. öyle bir durum benim düşüncelerimin amacını son derece aşmış olurdu.
@pomknos, ayırdım ki konuyu dini bir boyutta tartışmayalım. öyle bir durum benim düşüncelerimin amacını son derece aşmış olurdu.
- kfk (06.11.16 00:14:25 ~ 00:14:55)
üstünde çok düşündüğüm bir şey bu benim de. ve şu afrikadaki kelebeğin kanat çırpışındaki gibi hayatımızda ufacık bir anın değişiminin bize ne gibi getirileri/götürüleri olacağı konusu beni hayli yoruyor. düşündükçe içinden çıkılamayacak şeyler. ve her şey böyle bu bakış açısıyla baktığında. mesela şu an bu duyuruya cevap vermek yerine bi alttaki duyuruya başka bir şey yazsam ve sonrasında bir mesaj gelse vs vs. hayatımın aşkıyla karşılaşma ihtimalini bile kaçırıyor olabilirim şu an ne bileyim. fena kafa karıştırıyor bu düşünceler
seviyorum böyle ihtimalleri düşünmeyi yine de. sliding doors filmini izlemeni tavsiye ederim izlemediysen eğer, tam olarak bundan bahsediyor güzel bir film.
tesadüflere de inanmıyorum aslında. kaderci olduğumu da söyleyemem, hoş. bazı şeylerin bir nedeni olduğu için gerçekleştiğini düşünürdüm eskiden. artık bu düşünce de saçma geliyor bazı şeyleri sadece o an öyle olduğu için yaşıyoruz çünkü. kader veya seçimden ibaret değil her şey. çünkü bir seçim yaptığımızı düşünürken bile aslında seçtiğimiz şeyi bilmiyoruz. görebildiğimiz çok küçük bir menzil için kısa bir süreliğine o yolda ilerlemeye karar veriyoruz sadece. sonrası sadece başka birçok parametrenin kesişim kümesinin getirdikleri. hiçbir şey kaçınılmaz değildir, kaçınılmaz olmasaydı gerçekleşmezdi diyerek bitirmek istiyorum yoksa bu konuda sonsuza kadar yazabilirim sanırım. seversen bi de interstate 60 filmini izlemeni tavsiye ederim :)
seviyorum böyle ihtimalleri düşünmeyi yine de. sliding doors filmini izlemeni tavsiye ederim izlemediysen eğer, tam olarak bundan bahsediyor güzel bir film.
tesadüflere de inanmıyorum aslında. kaderci olduğumu da söyleyemem, hoş. bazı şeylerin bir nedeni olduğu için gerçekleştiğini düşünürdüm eskiden. artık bu düşünce de saçma geliyor bazı şeyleri sadece o an öyle olduğu için yaşıyoruz çünkü. kader veya seçimden ibaret değil her şey. çünkü bir seçim yaptığımızı düşünürken bile aslında seçtiğimiz şeyi bilmiyoruz. görebildiğimiz çok küçük bir menzil için kısa bir süreliğine o yolda ilerlemeye karar veriyoruz sadece. sonrası sadece başka birçok parametrenin kesişim kümesinin getirdikleri. hiçbir şey kaçınılmaz değildir, kaçınılmaz olmasaydı gerçekleşmezdi diyerek bitirmek istiyorum yoksa bu konuda sonsuza kadar yazabilirim sanırım. seversen bi de interstate 60 filmini izlemeni tavsiye ederim :)
- in vino veritas (06.11.16 00:20:27)
@in vino veritas, çok da detaya inmemek lazım. çok düşündün mü sonu kötü. ben de çok düşündüm çünkü. saçma bir zevki var bu işin. resmen beynin işkenceye maruz kalıyor. çünkü bir çıkış yolu bulamıyorsun.
zaman yolculuğu teması da iyidir bak bu kafada. geçmişe gidip ufak bir değişiklik yaparak yeni bir paralel zaman yaratman falan.
ben insan ilişkilerine takılıyorum daha çok. çok seviyoruz aşık oluyoruz falan ya, o yüklediğimiz anlamlar, o anda orda olmasak var olmayacaktı. bazı duyguları abartmadan insan olduğumuzu hissedemiyoruz herhalde.
interstate 60 izledim. diğerini de sanki izledim gibi ama, sağlam kafayla bi daha bakacağım. eyvallah :)
zaman yolculuğu teması da iyidir bak bu kafada. geçmişe gidip ufak bir değişiklik yaparak yeni bir paralel zaman yaratman falan.
ben insan ilişkilerine takılıyorum daha çok. çok seviyoruz aşık oluyoruz falan ya, o yüklediğimiz anlamlar, o anda orda olmasak var olmayacaktı. bazı duyguları abartmadan insan olduğumuzu hissedemiyoruz herhalde.
interstate 60 izledim. diğerini de sanki izledim gibi ama, sağlam kafayla bi daha bakacağım. eyvallah :)
- kfk (06.11.16 00:30:11)
sliding doors'un esin kaynağı olan kieslowski'nin kör talih'ini öneriyorum ben de.
- manuel mandalina (06.11.16 01:39:11)
kendi zevkimiz, kişisel beğenilerimiz, kendi kişiliğimiz de bu tesadüfler sonucunda oluşuyor. hayatı boyunca kendi beğenilerine benzer beğenilere sahip insanlarla aynı ortamda bulunmamış biri bile kendi beğenilerini hiç ortak noktası olmayan o çevrelerin etkisinde oluşturmuştur. demek istediğim tesadüfler sonucunda insanın kendisi, kişiliği oluşuyor.
insan girdiği her yeni ortamda kendi beğenileriyle ya da kişiliğiyle en çok uyum yakalayabileceği kişilerle birlikte vakit geçiriyor. bir yandan da kendi zevklerine uygun mekanlarda vakit geçiriyor. sporla ilgileniyorsa spor salonuna gidiyor, doğa koşusu yapıyor, bu esnada kendi gibi insanlar tanışmış oluyor. özellikle bir dille, bir kültürle ilgilenen insanların çok rağbet görmeyen bir dil kursunda karşılaşmaları çok olası. böylelikle zaman geçtikçe insan daha çok anlaşabileceği insanlarla karşılaşır. geç kaldıkları için filme, oyuna alınmayan iki kişinin tanışması tesadüf olmuyor. o iki kişi de geç kalma sorunu olan ya da en azından dakik olmayan iki kişi. ikisi de sinemaya hatta aynı filme ilgi duyuyor. bugüne kadar tesadüfler sonucu oluşan kişilikleri ve beğenileri onların tanışmasını sağlıyor.
farklı birilerinin çocuğu olsaydık, başka bir ülkede doğmuş olsaydık ya da sadece farklı bir okula gitseydik şu anda olduğumuz yerde olduğumuz kişi olmazdık. o yüzden bulunduğumuz yerle olduğumuz kişiyi birbirinden ayırmamak lazım. kendini sürekli daha iyi tanımaya çalışan birinin, hayattaki seçimlerini kendi için doğru seçen insanların kendi gibi insanlarla tanışma olasılığının daha fazla olduğunu düşünüyorum.
insan girdiği her yeni ortamda kendi beğenileriyle ya da kişiliğiyle en çok uyum yakalayabileceği kişilerle birlikte vakit geçiriyor. bir yandan da kendi zevklerine uygun mekanlarda vakit geçiriyor. sporla ilgileniyorsa spor salonuna gidiyor, doğa koşusu yapıyor, bu esnada kendi gibi insanlar tanışmış oluyor. özellikle bir dille, bir kültürle ilgilenen insanların çok rağbet görmeyen bir dil kursunda karşılaşmaları çok olası. böylelikle zaman geçtikçe insan daha çok anlaşabileceği insanlarla karşılaşır. geç kaldıkları için filme, oyuna alınmayan iki kişinin tanışması tesadüf olmuyor. o iki kişi de geç kalma sorunu olan ya da en azından dakik olmayan iki kişi. ikisi de sinemaya hatta aynı filme ilgi duyuyor. bugüne kadar tesadüfler sonucu oluşan kişilikleri ve beğenileri onların tanışmasını sağlıyor.
farklı birilerinin çocuğu olsaydık, başka bir ülkede doğmuş olsaydık ya da sadece farklı bir okula gitseydik şu anda olduğumuz yerde olduğumuz kişi olmazdık. o yüzden bulunduğumuz yerle olduğumuz kişiyi birbirinden ayırmamak lazım. kendini sürekli daha iyi tanımaya çalışan birinin, hayattaki seçimlerini kendi için doğru seçen insanların kendi gibi insanlarla tanışma olasılığının daha fazla olduğunu düşünüyorum.
- cikis yolu (06.11.16 02:45:08 ~ 02:47:41)
Bu konu hosuma gitti. @cikis yolu'nun bahsettiklerini de hesaba katarsak, sadece ilgi alanlarindan oturu bazi insanlarin kendilerini digerlerinden ustte gormesini anlamlandiramiyorum. Mesela su yeni gelin modasi. Kadinlar bunu yaparak mutlu oluyor, adam gelmis "dunyaya hicbir faydalari yok" diyor. Sanki senin cok var. İki emir kusturica filmi izledin diye dunyayi kurtardin sanki.
Hepsi tesadufen, secemedigimiz bir ailenin sonucunda olusmus seyler.
Kendimden de ornek verebilirim. Bildiginiz gecekondu mahallesinde buyudum. Etrafta ortalama anadolu insanindan baska kimse yok. Ama benim ilgi alanlarim ayni cevrede buyumeme ragmen hepsinden farkli: yanlarinda rammstein dinlesem cabuk terk et burayi derler.
Bu farklilasmanin da sebebi basit. Ebeveynlerimin isi dolayisi ile yazlari cesme'de zengin bir ailenin yaninda buyudum, onlarin bakis acilarini aldim. Bir suru klasik muzik cd'leri vardi, surekli calardi. O sayede ben de alistim.
Sabah sabah bir seyler anlatayim dedim, bayagi karisik oldu. İdare edin :)
Hepsi tesadufen, secemedigimiz bir ailenin sonucunda olusmus seyler.
Kendimden de ornek verebilirim. Bildiginiz gecekondu mahallesinde buyudum. Etrafta ortalama anadolu insanindan baska kimse yok. Ama benim ilgi alanlarim ayni cevrede buyumeme ragmen hepsinden farkli: yanlarinda rammstein dinlesem cabuk terk et burayi derler.
Bu farklilasmanin da sebebi basit. Ebeveynlerimin isi dolayisi ile yazlari cesme'de zengin bir ailenin yaninda buyudum, onlarin bakis acilarini aldim. Bir suru klasik muzik cd'leri vardi, surekli calardi. O sayede ben de alistim.
Sabah sabah bir seyler anlatayim dedim, bayagi karisik oldu. İdare edin :)
- cikmaz sokaktan cikagelen cocuk (06.11.16 10:42:36)
@cikis yolu,
ben insanın varoluşuyla birlikte bazı şeylerin de geldiğini düşünüyorum. bazıları içinden onu çıkartabiliyor, bazıları ömür boyu kendisinde ne olduğunu bilmeden yaşıyor.
sonradan şekilleniyor gibi görünen şeyler gerçekten insanların bir parçası olmuyor bana kalırsa. bir kişi tesadüfler sonucu içinde bulunduğu ortamın etkisiyle, hiç aklında yokken yeşili korumaya ilgi duyabilir. o zamana dek bunu düşünmediği için hayıflanabilir. zamanla yeşili koruyan birine dönüşebilir. ama gerçekten bunun hakkını verebilir mi? yani içinde o duygu yoktu. sonradan eklendi. ne yaparsa yapsın biraz "yapay" kalıyor gibi.
kendimden örnek, azılı bir metalciyim. küçükken ailemde ve çevremde zaman geçirdiğim tek bir kişi bile metal dinlemiyordu. metal'i geç rock dinleyen yoktu. bazıları gitar görse atom bombası diye japonyaya sallardı hatta:) ibrahim tatlıses evin favorisiydi. ben tv'de, radyoda, aldığım kasetlerde duyduğum elektro gitar melodilerinin aklıma nasıl kazındığını hatırlıyorum hayal meyal. tüm dinlenen şeyler arasından beynim onları seçiyordu. burak kut, tarkan, teoman, barış manço gibi sanatçıların şarkılarında hafif sertleşen kısımları duyup, kasetlerinde ileri geri sarıyordum. sonra çok sık görüşmediğim kuzenimin odasında 100lerce cd buldum, 10-11 yaşlarımda. 100lerce cd içinden metallica cdlerini seçtim, çalmaya, kendi bilgisayarımda dinlemeye başladım. hiç konuşmadığım ve benden 15 yaş büyük kuzenim dışımda hala çevremde metal dinleyen yoktu, o da artık bırakmıştı :) yani bu nasıl çevrem etkisiyle gelişebilir ki? ben bunu seviyormuşum.
içinde olmak ve sonradan edinmek konusuna farklı bir örnek, çok kişi çevre etkisiyle metal dinlemeye başlar. sever falan. bir süre takılır. ama işte bitmeyen geyiktir ya.. "abi bizden geçti.. kafa kaldırmıyor ya" falan. ben hala uyku dışında geçen her saniyemi metal dinleyerek geçiriyorum? hem de en sertlerini dinliyorum hala? bir gün bile sıkıldığım olmadı. çünkü bu benim benliğimin bir parçası. belki bir başkası için de klasik müzik böyle. ama o kendisini çevre etkisiyle rap müziğe kaptırdı. 10 sene sonra o da tekrar klasik müziğe geri dönecek.
@cikmaz sokaktan cikagelen cocuk,
abi ben o konuya da inanmıyorum. yani "naapsın aileden bunu almış" olayı. tamam emir kusturica izlemek de insanı kaliteli yapmıyor ama hele ki sosyal medyanın ortasında yaşadığımız şu günlerde, insanlar neyin kaliteli neyin kalitesiz olduğunu ayırt edecek kadar mantıklı düşünebilmeli. artık herkes sosyal medyayı ego mücadelesine alet ediyor. işte o yeni gelinler kendi arasında savaşıyor. ama bu çok anlamsız bir savaş ya. sosyal medya doğarken ben de ordaydım. ekşi sözlük sayesinde öğrendiğim o kadar çok şey var ki.. belki de malın teki olmamamı sağlayan tek şey internetti. herşeyi araştırdım, herşeyi öğrendim. hiç bir zaman da gösteriş için kullanmadım. yıllarca müzik yaptım, sosyal medyayı sadece reklam tanıtım yapmak için kullandım. bir kere bile şekil yapıp da "oo kız düşürüp akayım" diye düşünmedim. insanlar twitter'ı mikroblog olarak kullanırken bir takım çakallar çıkıp günlerce üzerinde çalıştığı 140 karakterlik komikliklerle fenomen olmayı başardı, gibi. yani bu konu biraz dipsiz kuyu ve asıl konudan sapıyor da, çevreden gelen seni bağlayan şeylerin duvarını kıracak güç elindeyken, bunu cehaleti beslemek için kullanmak bence yanlış olan.
ayrıca sizin user'lar da bayağı manidar olmuş arka arkaya bakınca:)
ben insanın varoluşuyla birlikte bazı şeylerin de geldiğini düşünüyorum. bazıları içinden onu çıkartabiliyor, bazıları ömür boyu kendisinde ne olduğunu bilmeden yaşıyor.
sonradan şekilleniyor gibi görünen şeyler gerçekten insanların bir parçası olmuyor bana kalırsa. bir kişi tesadüfler sonucu içinde bulunduğu ortamın etkisiyle, hiç aklında yokken yeşili korumaya ilgi duyabilir. o zamana dek bunu düşünmediği için hayıflanabilir. zamanla yeşili koruyan birine dönüşebilir. ama gerçekten bunun hakkını verebilir mi? yani içinde o duygu yoktu. sonradan eklendi. ne yaparsa yapsın biraz "yapay" kalıyor gibi.
kendimden örnek, azılı bir metalciyim. küçükken ailemde ve çevremde zaman geçirdiğim tek bir kişi bile metal dinlemiyordu. metal'i geç rock dinleyen yoktu. bazıları gitar görse atom bombası diye japonyaya sallardı hatta:) ibrahim tatlıses evin favorisiydi. ben tv'de, radyoda, aldığım kasetlerde duyduğum elektro gitar melodilerinin aklıma nasıl kazındığını hatırlıyorum hayal meyal. tüm dinlenen şeyler arasından beynim onları seçiyordu. burak kut, tarkan, teoman, barış manço gibi sanatçıların şarkılarında hafif sertleşen kısımları duyup, kasetlerinde ileri geri sarıyordum. sonra çok sık görüşmediğim kuzenimin odasında 100lerce cd buldum, 10-11 yaşlarımda. 100lerce cd içinden metallica cdlerini seçtim, çalmaya, kendi bilgisayarımda dinlemeye başladım. hiç konuşmadığım ve benden 15 yaş büyük kuzenim dışımda hala çevremde metal dinleyen yoktu, o da artık bırakmıştı :) yani bu nasıl çevrem etkisiyle gelişebilir ki? ben bunu seviyormuşum.
içinde olmak ve sonradan edinmek konusuna farklı bir örnek, çok kişi çevre etkisiyle metal dinlemeye başlar. sever falan. bir süre takılır. ama işte bitmeyen geyiktir ya.. "abi bizden geçti.. kafa kaldırmıyor ya" falan. ben hala uyku dışında geçen her saniyemi metal dinleyerek geçiriyorum? hem de en sertlerini dinliyorum hala? bir gün bile sıkıldığım olmadı. çünkü bu benim benliğimin bir parçası. belki bir başkası için de klasik müzik böyle. ama o kendisini çevre etkisiyle rap müziğe kaptırdı. 10 sene sonra o da tekrar klasik müziğe geri dönecek.
@cikmaz sokaktan cikagelen cocuk,
abi ben o konuya da inanmıyorum. yani "naapsın aileden bunu almış" olayı. tamam emir kusturica izlemek de insanı kaliteli yapmıyor ama hele ki sosyal medyanın ortasında yaşadığımız şu günlerde, insanlar neyin kaliteli neyin kalitesiz olduğunu ayırt edecek kadar mantıklı düşünebilmeli. artık herkes sosyal medyayı ego mücadelesine alet ediyor. işte o yeni gelinler kendi arasında savaşıyor. ama bu çok anlamsız bir savaş ya. sosyal medya doğarken ben de ordaydım. ekşi sözlük sayesinde öğrendiğim o kadar çok şey var ki.. belki de malın teki olmamamı sağlayan tek şey internetti. herşeyi araştırdım, herşeyi öğrendim. hiç bir zaman da gösteriş için kullanmadım. yıllarca müzik yaptım, sosyal medyayı sadece reklam tanıtım yapmak için kullandım. bir kere bile şekil yapıp da "oo kız düşürüp akayım" diye düşünmedim. insanlar twitter'ı mikroblog olarak kullanırken bir takım çakallar çıkıp günlerce üzerinde çalıştığı 140 karakterlik komikliklerle fenomen olmayı başardı, gibi. yani bu konu biraz dipsiz kuyu ve asıl konudan sapıyor da, çevreden gelen seni bağlayan şeylerin duvarını kıracak güç elindeyken, bunu cehaleti beslemek için kullanmak bence yanlış olan.
ayrıca sizin user'lar da bayağı manidar olmuş arka arkaya bakınca:)
- kfk (06.11.16 14:08:06)
Iki yıl önce, eskiden konuştuğum bir çocuk gece bana ağlayarak eski sevgilisini unutamadığını anlatmıştı. Üzüntüsünü içimde hissetmiş ve çocuğa hak vermiştim. Sabaha kadar konuştuk.
Ertesi gün x (bir arkadaşım)ile dışarı çıkacaktık, y de bize katılacak; biraz geç buluşalım dedi. Derken y katılamadı falan filan bizim plan yalan oldu. Haftasonu boş kaldım evde. Zaten dün geceki çocuğun olayı da kafamdaydı. O konuyla ilgili öylesine bir entry yazdım çocuğun ağzından. O gün bana bir mesaj geldi, yazdığım olayın benzerini yaşamış ve bana moral vermek isteyen biri. Beni erkek sanmış.
Ve ben 2 senedir ilişkimin sürdüğü erkek arkadaşımla bu şekilde tanışmış oldum. Hayatımda herhangi biriyle 6 aydan fazla ilişki sürdürmeyi başaramamış biri olarak üstelik.
Tesadüf, karma her neyse... bazı şeyler birdenbire oluveriyor.
Not: bu cevap bir süre sonra kendini imha edebilir.
Ertesi gün x (bir arkadaşım)ile dışarı çıkacaktık, y de bize katılacak; biraz geç buluşalım dedi. Derken y katılamadı falan filan bizim plan yalan oldu. Haftasonu boş kaldım evde. Zaten dün geceki çocuğun olayı da kafamdaydı. O konuyla ilgili öylesine bir entry yazdım çocuğun ağzından. O gün bana bir mesaj geldi, yazdığım olayın benzerini yaşamış ve bana moral vermek isteyen biri. Beni erkek sanmış.
Ve ben 2 senedir ilişkimin sürdüğü erkek arkadaşımla bu şekilde tanışmış oldum. Hayatımda herhangi biriyle 6 aydan fazla ilişki sürdürmeyi başaramamış biri olarak üstelik.
Tesadüf, karma her neyse... bazı şeyler birdenbire oluveriyor.
Not: bu cevap bir süre sonra kendini imha edebilir.
- bfm (06.11.16 16:05:59)
@kfk orası ayrı konu. internet inanılmaz geniş bir alan. istediğin şekle sokabiliyorsun. gösteriş amaçlı kullanmak da bunlardan biri. neyin kaliteli olup neyin olmadığı bence biraz muamma fakat klas olan şeyler daha nesnel bana göre. sonuç olarak hayat ne garip, vapurlar filan.
- cikmaz sokaktan cikagelen cocuk (06.11.16 21:00:31)
1