[]
Etkileyici roman pasajları?
Türkçe dil ve edebiyat sınavlarında yarım sayfa kadar metinler kullanıyorum Türk veya dünya edebiyatından. Kendi içinde bütünlüğü olan ve sanatsal ve düşünsel açıdan derinliği olan metinler kullanmaya özen gösteriyorum.
Böyle bir havuz oluşturuyorum şimdi. Önerdiğiniz roman/öykü kesitleri var mı?
Böyle bir havuz oluşturuyorum şimdi. Önerdiğiniz roman/öykü kesitleri var mı?
biryudumkitap.com'a uyeyim.
Hergun 1 pasaj yolluyorlar, gayet başarılı.
Hergun 1 pasaj yolluyorlar, gayet başarılı.
- balik kraker (25.10.16 20:30:13)
biryudumkitap işini görür diye düşünüyorum.
gmailde toplu olarak gelen mailler yönlendirilebiliyorsa atarım sana gmailden ama yöntemini bilmiyorum. 100den fazla pasaj var.
gmailde toplu olarak gelen mailler yönlendirilebiliyorsa atarım sana gmailden ama yöntemini bilmiyorum. 100den fazla pasaj var.
- mr.brown (25.10.16 20:33:36)
1. “Selim’i bütün dostlarımdan daha çok seviyorum. Nedeni ortada. Büyüyüp gelişmeden, beni bütünüyle ele geçirmeden boğduğum ikinci kişiliğim o. Bir başkasında yaşayabildiğini görmek suçluluğumu biraz olsun azaltıyor. Selim uzun süre nesnelerin dışında, tek başına bırakılmış biri olarak duydu kendini. Kalabalığın içine karışmadı. Kahvede oturduğu masadan bulvardaki ağaçlara, durgun gökyüzüne baktı durdu. Oysa insanlar var. Otlar, böcekler, yıldızlar var dünyada. Antalya en azından bana bunu öğretti. Doğayı içimde duydum. Doğanın bir uzantısı olduğum gerçeği ağacın yeşiline, limandaki denize karışan bir yeraltı ırmağının soğuk suyuna yakınlaştırdı beni. Şimdi burada, denize karşı oturduğum kahvenin masalarına güneş vuruyor. Yakıcı ilkyaz güneşi. Yalnız değilim, içim kalabalık. İçim insanlarla, dünyayla dolu.” Nedim Gürsel-Uzun Sürmüş Bir Yaz içinden.
2. “Seni yalnız böyle şimşekli havalar için istediğim aklına gelmesin. Seni şimşeksiz havalarda bir sandala atıp öğle uykusuna yatmış bir evin beyaz kireç badanalı sahil kasabasında sandalımızı bahçelerin, hamakların, uyumuş insanların, sahile eğilmiş çamların gölgesi vura vura, sandal denizin dibinden bir karış yukarıda, sahile sürünürcesine kıyıdan götürmek, suda küçük balıkların kaçıştığını, çakıltaşlarının şekillerini kaybedip bulduğunu; yeşil, sarı, kumral, hatta beyaz yosunların oynaştıklarını göstererek dolaştırmak ve o anda çıkan küçük bir hava ile kokun burnuma değdiği zaman sevinmek ve sana o zaman aşktan güzelleşen ve iyileşen dertsiz, hastalıksız yüzümü göstermek, seni ne kadar sevdiğimi yalnız gözlerimle anlatmak, yalnız yüzümün ortasına düşmüş ince bir saadet çizgisi ile her şeyi ifade etmek isterdim.” Sait Faik-Sevgiliye Mektup (1942 tarihli öyküsü, aynı isimli başka da var çünkü)
3. “Arasıra olur. Cigara dumanlarıyla dolu, boğucu, kalabalık bir odada, birbirlerine uzak kimselerin rasgele sürüklendikleri bir odada, bir akşamüstü, her şey kalakalır; bıçak-çatal seslerinden başka ses duyulmaz olur. Herkes, garip bir suçluluk duygusuyla ses çıkarmamaya çalışır elinden geldiğince.
Ev sahibi ayağa kalkar, son bir atılımla geceyi kurtarmaya girişir; soğuk bir şaka yapar sıradan bir olay anlatır, ya da bilinen bir fıkrayı yineler ama ne olursa olur, bir başka şey boşalır ansızın, sanki herkes, bu sıradan, ucuz ortaklaşayı bekliyormuşçasına, koyverir kendini; bir ağızdan gülüşülür. İşte o anda, daha önce hiç karşılaşmamış iki kişi, anlatılmaz bir çekime uğrayarak başlarını kaldırır, gözgöze gelirler. Ağızlarından aynı sözler çıkmak üzeredir, oysa ağızlarını açmazlar, bakışlarını kaçırırlar. Ne var ki, o değişiklik olmuştur bile; bir ırmak gibi bir çöl gibi doğal bir sınır çizgisi, onları odadaki kalabalıktan ayırıvermiştir. Birbirlerini tanıyorlardır.” Tomris Uyar-Anlat Bana
4. “ Masanın çekmecelerini amaçsızca açıp kapamıştım. Beni hayranlık içinde bırakmış, elleme tutkumu zor önlemiş olduğum o masaya acımıştım. Yıllarla cilası solmuş, ön yüzüne kakılmış pirinç ince işlemeler donuklaşmıştı. Her çekmecenin tutamağı kabartma madenden yabangülü çelenkleriyle bezeliydi. Açıp kapadıkça içimi dayanılmaz bir hüzün, bitiş duygusu sarıyordu. Rüştü Şahin de gençliğiyle, yakışıklılığıyla ölümün elinde böyle unutulup, kullanılmaz olarak paslanacaktı. Başımı göğsüne dayayarak dinlediğim taptaze yüreğinin morarışını görür gibiydim. Camlara yaklaşmamıştım bile. Dışarıyla ilgim kalmamıştı. Dünyaya yeniden bakmanın gereği yoktu.” Füruzan-Gül Mevsimidir
5. “Gecenin on biri, aylardan ağustos, tren banliyönün ilk istasyonlarından geçerken yavaşladı. Açık mor neon ışıkları altında ıssı peronlar, Mayorka'ya gitmeler ve oyunlar düşlediğimiz yerler.
Brunoy. Montgeron. Athis-Mons. Jacqueline buralarda doğmuş.
Vagonların uyumlu sesi kesildi, tren, katarların birleştirildiği istasyondan önce, Villeneuve-Saint Georges'da bir an durdu. Demiryolu kıyısındaki Paris Sokağı'nın evleri karanlık ve yıkık dökük. Bir zamanlar, tüm sokak boyunca, art arda kahveler, sinemalar, garajlar sıralanırdı, adları hala seçiliyor. İçlerinden yalnız biri ışıklı, bir gece lambası gibi, boşu boşuna.” Patrick Modiano-En Uzağından Unutuşun
Daha aşırı çok var ama bunlar pek çok sevdiğim pasajlar. Hayatta en en en çok sevdiğim ise 1. sıradaki alıntı. Nedim Gürsel'in o kitabı başlı başına bir dünya harikası zaten.
2. “Seni yalnız böyle şimşekli havalar için istediğim aklına gelmesin. Seni şimşeksiz havalarda bir sandala atıp öğle uykusuna yatmış bir evin beyaz kireç badanalı sahil kasabasında sandalımızı bahçelerin, hamakların, uyumuş insanların, sahile eğilmiş çamların gölgesi vura vura, sandal denizin dibinden bir karış yukarıda, sahile sürünürcesine kıyıdan götürmek, suda küçük balıkların kaçıştığını, çakıltaşlarının şekillerini kaybedip bulduğunu; yeşil, sarı, kumral, hatta beyaz yosunların oynaştıklarını göstererek dolaştırmak ve o anda çıkan küçük bir hava ile kokun burnuma değdiği zaman sevinmek ve sana o zaman aşktan güzelleşen ve iyileşen dertsiz, hastalıksız yüzümü göstermek, seni ne kadar sevdiğimi yalnız gözlerimle anlatmak, yalnız yüzümün ortasına düşmüş ince bir saadet çizgisi ile her şeyi ifade etmek isterdim.” Sait Faik-Sevgiliye Mektup (1942 tarihli öyküsü, aynı isimli başka da var çünkü)
3. “Arasıra olur. Cigara dumanlarıyla dolu, boğucu, kalabalık bir odada, birbirlerine uzak kimselerin rasgele sürüklendikleri bir odada, bir akşamüstü, her şey kalakalır; bıçak-çatal seslerinden başka ses duyulmaz olur. Herkes, garip bir suçluluk duygusuyla ses çıkarmamaya çalışır elinden geldiğince.
Ev sahibi ayağa kalkar, son bir atılımla geceyi kurtarmaya girişir; soğuk bir şaka yapar sıradan bir olay anlatır, ya da bilinen bir fıkrayı yineler ama ne olursa olur, bir başka şey boşalır ansızın, sanki herkes, bu sıradan, ucuz ortaklaşayı bekliyormuşçasına, koyverir kendini; bir ağızdan gülüşülür. İşte o anda, daha önce hiç karşılaşmamış iki kişi, anlatılmaz bir çekime uğrayarak başlarını kaldırır, gözgöze gelirler. Ağızlarından aynı sözler çıkmak üzeredir, oysa ağızlarını açmazlar, bakışlarını kaçırırlar. Ne var ki, o değişiklik olmuştur bile; bir ırmak gibi bir çöl gibi doğal bir sınır çizgisi, onları odadaki kalabalıktan ayırıvermiştir. Birbirlerini tanıyorlardır.” Tomris Uyar-Anlat Bana
4. “ Masanın çekmecelerini amaçsızca açıp kapamıştım. Beni hayranlık içinde bırakmış, elleme tutkumu zor önlemiş olduğum o masaya acımıştım. Yıllarla cilası solmuş, ön yüzüne kakılmış pirinç ince işlemeler donuklaşmıştı. Her çekmecenin tutamağı kabartma madenden yabangülü çelenkleriyle bezeliydi. Açıp kapadıkça içimi dayanılmaz bir hüzün, bitiş duygusu sarıyordu. Rüştü Şahin de gençliğiyle, yakışıklılığıyla ölümün elinde böyle unutulup, kullanılmaz olarak paslanacaktı. Başımı göğsüne dayayarak dinlediğim taptaze yüreğinin morarışını görür gibiydim. Camlara yaklaşmamıştım bile. Dışarıyla ilgim kalmamıştı. Dünyaya yeniden bakmanın gereği yoktu.” Füruzan-Gül Mevsimidir
5. “Gecenin on biri, aylardan ağustos, tren banliyönün ilk istasyonlarından geçerken yavaşladı. Açık mor neon ışıkları altında ıssı peronlar, Mayorka'ya gitmeler ve oyunlar düşlediğimiz yerler.
Brunoy. Montgeron. Athis-Mons. Jacqueline buralarda doğmuş.
Vagonların uyumlu sesi kesildi, tren, katarların birleştirildiği istasyondan önce, Villeneuve-Saint Georges'da bir an durdu. Demiryolu kıyısındaki Paris Sokağı'nın evleri karanlık ve yıkık dökük. Bir zamanlar, tüm sokak boyunca, art arda kahveler, sinemalar, garajlar sıralanırdı, adları hala seçiliyor. İçlerinden yalnız biri ışıklı, bir gece lambası gibi, boşu boşuna.” Patrick Modiano-En Uzağından Unutuşun
Daha aşırı çok var ama bunlar pek çok sevdiğim pasajlar. Hayatta en en en çok sevdiğim ise 1. sıradaki alıntı. Nedim Gürsel'in o kitabı başlı başına bir dünya harikası zaten.
- buff (25.10.16 20:39:50 ~ 20:42:38)
tolstoy- diriliş'in girişi, cümle tam böyle miydi emin değilim "her şey olması gerektiği gibiydi." cümlesiyle bitiyordu, ama o paragraftaki tasvir yazdığım cümlenin anlamını tersine çeviriyor, her şeyin olması gerektiği gibi olması ne kadar da berbat şeymiş, demiştim ben okurken.
- dafaisss (26.10.16 00:37:08)
neokur.com'da da alıntılar kısmı mevcut.
- m e b (26.10.16 00:39:03)
hasan ali toptaş, uykuların doğusu
"gövde dediğimiz şu gövde aynı zamanda zamandır, bunu asla unutma, derdi. ben de onu taklit eder gibi, aynı zamanda mekândır, derdim o sırada. o bu sefer, aynı zamanda uğultulu bir tesadüftür, derdi. sonra ben bu oyunu sürdürür ve hayıflanırcasına, aynı zamanda başkasıdır, derdim. işte o zaman, dayım da gözlerimin içine buruk bir ifadeyle bakarak, sadece başkası olsa amenna hasanım ali, aynı zamanda başkalarıdır, derdi." (210)
"gövde dediğimiz şu gövde aynı zamanda zamandır, bunu asla unutma, derdi. ben de onu taklit eder gibi, aynı zamanda mekândır, derdim o sırada. o bu sefer, aynı zamanda uğultulu bir tesadüftür, derdi. sonra ben bu oyunu sürdürür ve hayıflanırcasına, aynı zamanda başkasıdır, derdim. işte o zaman, dayım da gözlerimin içine buruk bir ifadeyle bakarak, sadece başkası olsa amenna hasanım ali, aynı zamanda başkalarıdır, derdi." (210)
- mutlusismankedi2015 (26.10.16 01:31:54)
1