[]
bizim bu türkler neden kendini "doğru tespitin uzmanı" olarak görüyor?
sadece merak ediyorum; mesela bir yere daha yeni bir şeyler yapılmış (köprü, ulaşım sistemleri vs.) ama bizim her konuda bilgi sahibi olan berkecan'ımız "abi o köprü trafiği ra-hat-lat-maz!", "abi ya en ufak depremde yıkılır ki bu? neden o bölge yerine xxx'e yapılmadı ki?" diyor. bitmesinin yıllar aldığı, içinde yüzlerce uzmanın çalıştığı "uzuuuuuuuun soluklu" bir proje için oturduğu yerden tespit kasıyor. şimdi bu berkecan'ımızın starbucks'ta kahvesini yudumlarken aklına gelen bu "hassas ve çözülmesi gereken sorunlar/eksiklikler" ciddi ciddi alman, japon, koreli, ugandalı, ispanyol, yunan uzman mühendislerin, yöneticilerin, şeflerin aklına gelmedi mi?
yani sıradan bir vatandaşın aklıan gelebilecek bir soru(n), o projede çalışan yüzlerce kişiden hiç kimsenin mi aklına gelmedi?
ekşi duyuru'da üçüncü köprü ile ilgili entry'leri okurken bir sürü bu tip yazıyla karşılaştım da. yoksa olay sadece dunning kruger sendromu için bir örnek mi teşkil ediyor?
yani sıradan bir vatandaşın aklıan gelebilecek bir soru(n), o projede çalışan yüzlerce kişiden hiç kimsenin mi aklına gelmedi?
ekşi duyuru'da üçüncü köprü ile ilgili entry'leri okurken bir sürü bu tip yazıyla karşılaştım da. yoksa olay sadece dunning kruger sendromu için bir örnek mi teşkil ediyor?
o köprü trafiği rahatlatmaz. +1
köprünün trafiği rahatlatmaması ile ilgilenmez o mühendis. yapar. sağlamlığından ya da bu tarz şeylerinden pek şüphem yok ama trafik ile alakasız bunlar.
iki yakalı şehirlerin hiçbirinde ekstra köprü trafik rahatlatması yapmaz.
bunun dışında gerçekten iyi tespit yapanı var, kötü yapanı var.
şimdi sen dunning kruger sendromunu orada oturduğun yerden koyabiliyorsan o adamda fikrini belirtir.
köprünün trafiği rahatlatmaması ile ilgilenmez o mühendis. yapar. sağlamlığından ya da bu tarz şeylerinden pek şüphem yok ama trafik ile alakasız bunlar.
iki yakalı şehirlerin hiçbirinde ekstra köprü trafik rahatlatması yapmaz.
bunun dışında gerçekten iyi tespit yapanı var, kötü yapanı var.
şimdi sen dunning kruger sendromunu orada oturduğun yerden koyabiliyorsan o adamda fikrini belirtir.
- kurnaz (30.08.16 20:34:34)
Sen de burada Berkecan hakkında doğru tespit yapmaya çalışmışsın. Starbucks'ta oturup kahve içenleri küçümsüyorsun mesela. Bence bu olay da bu kadar basit değil. Köprüyü eleştirmek için inşaat mühendisliği mi okumak lazım? Köprü sonuçta bizim ülkeye yapılıyor. Herkes iyi kötü eleştirme hakkına sahip. Bu arada yüklenici firmadaki mühendisler bu köprüden araç geçer mi geçmez mi diye düşünmezler. Sadece kendilerine verilen görevi yaparlar ve iş bitince sahibine teslim ederler. Aynı zamanda projelerin uzun soluklu olması onların yüz yüz doğru yatırım olduğu anlamına da gelmez. Aksine uzun soluklu projelerin çöp yatırım olma şansı daha çoktur.
- dissendium (30.08.16 20:43:54 ~ 20:46:36)
bu arada onu yazan illa standart vatandaş olmayabilir.
şimdi sen standart vatandaş olabilirsin belki. ama ekşi sözlükte microsoftta, mercedes'te apple'da mühendisten, harvardda ders veren profesöre, natoda üst düzey adama kadar binbir çeşit adam var.
şimdi sen standart vatandaş olabilirsin belki. ama ekşi sözlükte microsoftta, mercedes'te apple'da mühendisten, harvardda ders veren profesöre, natoda üst düzey adama kadar binbir çeşit adam var.
- kurnaz (30.08.16 20:45:39)
köprüler kendi trafiklerini yaratır.
hangi şehir planlamacısını okusam ilk dediği şey bu oluyor. örneklerle de beni ikna ediyorlar.
tam zıt düşünceyi savunanlar henüz beni ikna edebilmiş değil ne yazık ki. o köprü uzun vadede trafiği nasıl rahatlatacakmış, şöyle işin uzmanı tarafından yazılmış sağlam bir yazı yolla da okuyalım işte.
hangi şehir planlamacısını okusam ilk dediği şey bu oluyor. örneklerle de beni ikna ediyorlar.
tam zıt düşünceyi savunanlar henüz beni ikna edebilmiş değil ne yazık ki. o köprü uzun vadede trafiği nasıl rahatlatacakmış, şöyle işin uzmanı tarafından yazılmış sağlam bir yazı yolla da okuyalım işte.
- soso (30.08.16 20:46:25 ~ 20:48:14)
yahu mühendis orasıyla burasıyla ilgilenmez, kendisinden istenilen görevi yapar, tamam da, bu projeler sonuçta koordinasyon sağlanarak ortak veriler çerçevesinde yürütülüyor. kaldı ki köprü sadece güncel bir örnek, ben genel olarak soruyorum. "jeolojik konularda bir uzman kadar çalışması ve bilgisi olmayan" ama apple'da ceo'luk yapan "sıradan" bir adam nasıl olur da "bu ilk depremde yıkılır yea" diyebiliyor? bunu hep merak etmişimdir. köprü ve mühendis birer örnekti.
- m e b (30.08.16 21:00:30 ~ 21:01:22)
@m e b
ilk depremde yıkılma olayını herkes söylememiştir. bir iki kişi. onlarda işte senin gibi dunning kruger diyen arkadaşlar. öyle haybeden tespit yapıyorlar.
ama aç oku oradaki tespitlerin çoğu bu yatırımların halk gözeterek ya da ihtiyaç olduğu için yapılmasından ziyade politik kısmını eleştirirler. doğru yanlış bu başka bir şey.
o köprüden daha çok ihtiyacımız olan şeyler var bu da bir gerçek.
bunun dışında sen jeoloji biliyor musun? o köprü ıkılır diyen arkadaşa tektonik veriler ile karşı argüman sunabilir misin? bunu yapamıyorsan o arkadaşın dediği belki de doğrudur nereden biliyorsun?
sallıyorum burada gelmiş uluslarası ilişkiler okumuş adam bir arabanın teknik verisini eleştirirken ya da dunning kruger sendromu teşhisi koyarken oluyorda başkası politik ya da teknik bir şeyi eleştirirken olmuyor mu?
ilk depremde yıkılma olayını herkes söylememiştir. bir iki kişi. onlarda işte senin gibi dunning kruger diyen arkadaşlar. öyle haybeden tespit yapıyorlar.
ama aç oku oradaki tespitlerin çoğu bu yatırımların halk gözeterek ya da ihtiyaç olduğu için yapılmasından ziyade politik kısmını eleştirirler. doğru yanlış bu başka bir şey.
o köprüden daha çok ihtiyacımız olan şeyler var bu da bir gerçek.
bunun dışında sen jeoloji biliyor musun? o köprü ıkılır diyen arkadaşa tektonik veriler ile karşı argüman sunabilir misin? bunu yapamıyorsan o arkadaşın dediği belki de doğrudur nereden biliyorsun?
sallıyorum burada gelmiş uluslarası ilişkiler okumuş adam bir arabanın teknik verisini eleştirirken ya da dunning kruger sendromu teşhisi koyarken oluyorda başkası politik ya da teknik bir şeyi eleştirirken olmuyor mu?
- kurnaz (30.08.16 21:06:09)
dünyada betonla övünen tek millet de bizimkisi.
- nothing in my way (30.08.16 21:06:17)
Futbol da ayni sebepten populer.
Bos teneke cok ses.
Bos teneke cok ses.
- Batuhanolabilir (30.08.16 21:19:37)
Bir İstanbul çocuğu olarak artık kırık dökük de olsa İstanbul’un bana bırakılan birkaç güzel yerlerinden biri de Sahaflar Çarşısı’dır.
Orada eski yeni bütün kitaplar satılır(dı... Şimdi fazla turistik oldu.) Anadolu’da yaşayan okurlarım için yerini söyleyeyim. Bir yanı Kapalıçarşı bir yanı Beyazıt’tır. İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin nefeslendiği eski Çınaraltı’na bitişiktir. Yani İstanbul’un Beyoğlu gibi tarihi bir merkezidir. Bana da yılda birkaç kez Sahaflar özlemi basar. Başıma gelecekleri göze alıp Sahaflar’a uğrarım.
Bindiğim taksinin şoförüne,
‘Sahaflar Çarşısı’na gidiyoruz’ dedim.
‘Emrin olur abicim. İstersen radyoyu kapatayım.’
Bir adam taksinin radyosunda inim inim inliyordu. Ama delikanlının keyfini kaçırmak istemedim.
‘Sesini kıs yeter.’
‘Bu söyleyen Müslüm Abimiz. Eskiden halk müziği okurdu. Bağlama da çalar haa... Aşık olunca kendini arabeske vurdu. Biliyorsun Muhterem Nur yengemize aşık oldu. Muhterem Nur yengemiz, zamanının öyle bir sinema starıydı ki Meltem Cumbul yanında kaç para!.. Sonra barlara düştüydü de Müslüm Abim çekip aldı. Sinema dünyası böyledir işte. Ama Türkán Şoray ablamıza bu yapılan reva mıydı? Sen ömür boyu sinemada uğraş didin, Rüçhan Adlı eniştemizin yıllarca kahrını çek, yüzlerce filme karşı altı üstü Boğaz’da bir villa sahibi ol. Onu da eniştemizin çocukları elinden alsınlar! Sen söyle be abicim, bu namkörlük değil de nedir?’
‘Vallahi bu anlattıklarından hiç haberim yok. Ama herhalde nankörlüktür.’
‘Tabii ki namkörlüktür. Ama namkörlüğün kralını Ali Şen Oğuz’la Aykut’a yapmıştı. Çocukların günahı o yıl, Fener’i şampiyon yapmaktı. Ama Aykut sonra ne yaptı?’
‘Ne yaptı?’
‘Gitti, İstanbulspor’un antrenörü oldu. Ve, Fener’in ünlü Daum’una 3 çekti.’
‘Vay canına, aferin çocuğa.’
‘Senin haberin yok muydu be abi. Sen hiç spor sayfası okumuyor musun?’
‘Arada bir okuyorum ama pek bir şey anlamıyorum. Örneğin, tandem ne demek? 3-4-3 veya 4-4-2 ne demek bir türlü anlayamıyorum.’
‘Sen epeyce cahil kalmışsın abi. Fatih Terim imparatorumuz bir zamanlar Gassaray’ı tandemsiz oynattığı için yıllarca şampiyon olmadı mı?’
‘Eee, şimdi ne oldu?’
‘Tabii Hıncal Abimizi dinlemedi.’
‘Ama Daum, Can Bartu’nun dediğini bir bir yerine getirdi.’
Kabataş’ı geçerken şoförün sertçe vites değiştirmesinden Beşiktaşlı olduğunu anladım. Ama şu sıralarda belli etmek istemiyordu herhalde. Konuyu,
‘Çok yanlış yapıyorlar çook!’ diye değiştirdi.
‘Kimler?’
‘Tabii, hükümet.’
‘Ne yapsalardı?’
‘Önce yurtdışına para kaçışını önleyeceklerdi. Bankana gidiyorsun, benim 10 milyon dolarımı fişmekán gavur bankasına gönder diyorsun. Banka da hay hay deyip kayıtsız kuyutsuz dolarları gavuristana postalıyor. Burası dingonun ahırı mı be!’
Dolar sözcüğünü duyunca, her Türk gibi ben de kulaklarımı diktim. Kara kuru ve yaşı belli olmayan şoförüm haklıydı vallahi. Küçük bir bakkal dükkánı açabilmek için 20 belge, 30 izin kağıdı soruyorlardı. Ama yurtdışına milyonlarca dolar gönderenden şoför ehliyeti bile soran yoktu. Vallahi benim şoför bu işleri TV ekonomistlerinden daha iyi biliyordu.
‘Dünyada dolar düşerken bizde nasıl yükseliyor haa! Biz uzaydaki bir ülke miyiz abicim? Aslında doları devlet yükseltiyor.’
‘Devlet doları niye yükseltsin yahu?’
‘Türk Lirası’yla olan iç borçlarını küçültmek için.’
‘Ya dolarla olan dış borçların ne olacak?’
‘Onları zaten ödemiyorlar ki... Hababam yenisini alıyorlar.’
Dayanamayıp sordum:
‘Sen hangi okulu bitirdin?’
‘İlkokulu bitirdim, ortaokulu da 2’den terk ettim.’
O sırada kahrolası kramplarımdan biri kasıktan sol bacağıma saplandı. Koç’un taksi niyetine imal ettiği arabalar bende hep kramp yapar. Herhalde ıhlayıp suratımı ekşitmiş olacağım ki şoförüm meraklanıp sordu:
‘Geçmiş olsun bir rahatsızlığın mı var abi?’
‘Arada bir kramp saplanıyor, boşver az sonra geçer.’
‘Ne ilaç kullanıyorsun?’
‘Kalsiyumlu, magnezyumlu, vitaminli bazı ilaçlar... Biraz da ağrı kesici... Aslında ihtiyarlığın ilacı yok.’
‘Sen o ilaçların topunu kaldırıp at. Arpa lapası yapıp içine kafuru karıştır. Biraz da rakıda eritilmiş Urfa’nın isot biberini kat. Ağrıyan yerlerine sarıp sarmala. Üç gün sonra Salome’den hızlı koşmazsan bana da Kazım demesinler.’
‘Salome kim?’
‘Aaa bilmiyor musun?’
‘Bilmiyorum.’
‘Salome bu yılın en sürprizli safkan kısrağıdır. Bana göre çim koşularında üstüne yoktur. Bir koy 21 al.’
‘Atlardan da anlıyorsun galiba.’
‘Pek değil. Ben asıl yağlı güleşten anlarım. Ahmet Taşçı’da doping çıktıktan sonra Kırkpınar bitti sayılır.’
O sırada Galata Köprüsü’nden geçiyorduk. Birden burnuma ızgara balık kokusu çarptı. Herhalde sandalda balık-ekmek satıyorlardı.
‘Bunlar balık pişirmeyi bilmez. Güzelim palamudu takoz kesip kızartırlar. Oysa palamuttan harika şiş olur. Tabii biraz yağlı olacak... Kılıç şiş yapar gibi lokmaların arasına da defne yaprağı, limon ve yeşil biber dizeceksin. Ama benim Tayyip’ten pek umudum yok.’
‘Şimdi durup dururken Tayyip de nereden çıktı? Palamutla Tayyip’in ne ilgisi var?’
‘Çok ilgisi var. İkisi de taklitçi abicim. Palamut balığı torik taklidi yapıp lakerda oluyor. Tayyip, laik taklidi yapıp sonra da ne kadar eski Faziletli ve dinci milletvekili varsa partisine dolduruyor. Ha torik, ha Tayyip!’
Ben Tayyip Erdoğan’ın lakerda halini düşünürken Kazım,
‘Askerin vakti yavaş yavaş geliyor. Bu partiler demokrasi dümeniyle bize hálá bu üçkağıtçılığı zorlatmaya devam ederlerse yine dayak yiyecekler. Ama onlar onca asker dayağından sonra dayak arsızı oldukları için bir yolunu bulup hacıyatmaz gibi yine dikilip iktidara gelirler.’
Vay canına, koyun yerine koyulan sıradan vatandaşlarımızdaki bu bilgi ve görüşler, meğer değme köşe yazarlarımızda yokmuş da benim de bundan haberim yokmuş. Ben ulusumuzun görmüş geçirmiş bilgeliğini, öngörüsünü uzun uzun düşünürken Kazım,
‘Geldik abicim’ dedi.
Arabanın penceresinden baktım. Etrafta bol bol market, giysi dükkánı, hatta mobilyacı bile vardı. Ama kitapçı yoktu. Kazım’la muhabbete daldığım için geçtiğimiz yollara pek dikkat etmemiştim.
‘Nereye geldik?’
‘Sahaflar Çarşısı’na.’
Birkaç yıl o çevrede yaşadığım için çarşıyı hemen tanıdım.
‘Lan burası Sahaflar Çarşısı değil, Yeşilköy Çarşısı! Aralarında en az 15 kilometre var!’
‘Ne bileyim be abicim. Ben karşının şoförüyüm.’
‘Muhterem Nur’u, Hıncal abimizi, bacak ilacını, torik şişi ve memleketin nasıl kurtarılacağını öğreneceğine, kendi işini öğrensene hıyar!’ diye dellenip Kazım’ın arabasından indim. Herif her şeyi biliyordu ama, her Türk gibi kendi işini bilmiyordu. Ben Sahaflar Çarşısı’nın yerini bilen bir şoför ararken o arkamda,
‘Arpa lapası ılık olmalı abi’ diye sesleniyordu.
Orada eski yeni bütün kitaplar satılır(dı... Şimdi fazla turistik oldu.) Anadolu’da yaşayan okurlarım için yerini söyleyeyim. Bir yanı Kapalıçarşı bir yanı Beyazıt’tır. İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin nefeslendiği eski Çınaraltı’na bitişiktir. Yani İstanbul’un Beyoğlu gibi tarihi bir merkezidir. Bana da yılda birkaç kez Sahaflar özlemi basar. Başıma gelecekleri göze alıp Sahaflar’a uğrarım.
Bindiğim taksinin şoförüne,
‘Sahaflar Çarşısı’na gidiyoruz’ dedim.
‘Emrin olur abicim. İstersen radyoyu kapatayım.’
Bir adam taksinin radyosunda inim inim inliyordu. Ama delikanlının keyfini kaçırmak istemedim.
‘Sesini kıs yeter.’
‘Bu söyleyen Müslüm Abimiz. Eskiden halk müziği okurdu. Bağlama da çalar haa... Aşık olunca kendini arabeske vurdu. Biliyorsun Muhterem Nur yengemize aşık oldu. Muhterem Nur yengemiz, zamanının öyle bir sinema starıydı ki Meltem Cumbul yanında kaç para!.. Sonra barlara düştüydü de Müslüm Abim çekip aldı. Sinema dünyası böyledir işte. Ama Türkán Şoray ablamıza bu yapılan reva mıydı? Sen ömür boyu sinemada uğraş didin, Rüçhan Adlı eniştemizin yıllarca kahrını çek, yüzlerce filme karşı altı üstü Boğaz’da bir villa sahibi ol. Onu da eniştemizin çocukları elinden alsınlar! Sen söyle be abicim, bu namkörlük değil de nedir?’
‘Vallahi bu anlattıklarından hiç haberim yok. Ama herhalde nankörlüktür.’
‘Tabii ki namkörlüktür. Ama namkörlüğün kralını Ali Şen Oğuz’la Aykut’a yapmıştı. Çocukların günahı o yıl, Fener’i şampiyon yapmaktı. Ama Aykut sonra ne yaptı?’
‘Ne yaptı?’
‘Gitti, İstanbulspor’un antrenörü oldu. Ve, Fener’in ünlü Daum’una 3 çekti.’
‘Vay canına, aferin çocuğa.’
‘Senin haberin yok muydu be abi. Sen hiç spor sayfası okumuyor musun?’
‘Arada bir okuyorum ama pek bir şey anlamıyorum. Örneğin, tandem ne demek? 3-4-3 veya 4-4-2 ne demek bir türlü anlayamıyorum.’
‘Sen epeyce cahil kalmışsın abi. Fatih Terim imparatorumuz bir zamanlar Gassaray’ı tandemsiz oynattığı için yıllarca şampiyon olmadı mı?’
‘Eee, şimdi ne oldu?’
‘Tabii Hıncal Abimizi dinlemedi.’
‘Ama Daum, Can Bartu’nun dediğini bir bir yerine getirdi.’
Kabataş’ı geçerken şoförün sertçe vites değiştirmesinden Beşiktaşlı olduğunu anladım. Ama şu sıralarda belli etmek istemiyordu herhalde. Konuyu,
‘Çok yanlış yapıyorlar çook!’ diye değiştirdi.
‘Kimler?’
‘Tabii, hükümet.’
‘Ne yapsalardı?’
‘Önce yurtdışına para kaçışını önleyeceklerdi. Bankana gidiyorsun, benim 10 milyon dolarımı fişmekán gavur bankasına gönder diyorsun. Banka da hay hay deyip kayıtsız kuyutsuz dolarları gavuristana postalıyor. Burası dingonun ahırı mı be!’
Dolar sözcüğünü duyunca, her Türk gibi ben de kulaklarımı diktim. Kara kuru ve yaşı belli olmayan şoförüm haklıydı vallahi. Küçük bir bakkal dükkánı açabilmek için 20 belge, 30 izin kağıdı soruyorlardı. Ama yurtdışına milyonlarca dolar gönderenden şoför ehliyeti bile soran yoktu. Vallahi benim şoför bu işleri TV ekonomistlerinden daha iyi biliyordu.
‘Dünyada dolar düşerken bizde nasıl yükseliyor haa! Biz uzaydaki bir ülke miyiz abicim? Aslında doları devlet yükseltiyor.’
‘Devlet doları niye yükseltsin yahu?’
‘Türk Lirası’yla olan iç borçlarını küçültmek için.’
‘Ya dolarla olan dış borçların ne olacak?’
‘Onları zaten ödemiyorlar ki... Hababam yenisini alıyorlar.’
Dayanamayıp sordum:
‘Sen hangi okulu bitirdin?’
‘İlkokulu bitirdim, ortaokulu da 2’den terk ettim.’
O sırada kahrolası kramplarımdan biri kasıktan sol bacağıma saplandı. Koç’un taksi niyetine imal ettiği arabalar bende hep kramp yapar. Herhalde ıhlayıp suratımı ekşitmiş olacağım ki şoförüm meraklanıp sordu:
‘Geçmiş olsun bir rahatsızlığın mı var abi?’
‘Arada bir kramp saplanıyor, boşver az sonra geçer.’
‘Ne ilaç kullanıyorsun?’
‘Kalsiyumlu, magnezyumlu, vitaminli bazı ilaçlar... Biraz da ağrı kesici... Aslında ihtiyarlığın ilacı yok.’
‘Sen o ilaçların topunu kaldırıp at. Arpa lapası yapıp içine kafuru karıştır. Biraz da rakıda eritilmiş Urfa’nın isot biberini kat. Ağrıyan yerlerine sarıp sarmala. Üç gün sonra Salome’den hızlı koşmazsan bana da Kazım demesinler.’
‘Salome kim?’
‘Aaa bilmiyor musun?’
‘Bilmiyorum.’
‘Salome bu yılın en sürprizli safkan kısrağıdır. Bana göre çim koşularında üstüne yoktur. Bir koy 21 al.’
‘Atlardan da anlıyorsun galiba.’
‘Pek değil. Ben asıl yağlı güleşten anlarım. Ahmet Taşçı’da doping çıktıktan sonra Kırkpınar bitti sayılır.’
O sırada Galata Köprüsü’nden geçiyorduk. Birden burnuma ızgara balık kokusu çarptı. Herhalde sandalda balık-ekmek satıyorlardı.
‘Bunlar balık pişirmeyi bilmez. Güzelim palamudu takoz kesip kızartırlar. Oysa palamuttan harika şiş olur. Tabii biraz yağlı olacak... Kılıç şiş yapar gibi lokmaların arasına da defne yaprağı, limon ve yeşil biber dizeceksin. Ama benim Tayyip’ten pek umudum yok.’
‘Şimdi durup dururken Tayyip de nereden çıktı? Palamutla Tayyip’in ne ilgisi var?’
‘Çok ilgisi var. İkisi de taklitçi abicim. Palamut balığı torik taklidi yapıp lakerda oluyor. Tayyip, laik taklidi yapıp sonra da ne kadar eski Faziletli ve dinci milletvekili varsa partisine dolduruyor. Ha torik, ha Tayyip!’
Ben Tayyip Erdoğan’ın lakerda halini düşünürken Kazım,
‘Askerin vakti yavaş yavaş geliyor. Bu partiler demokrasi dümeniyle bize hálá bu üçkağıtçılığı zorlatmaya devam ederlerse yine dayak yiyecekler. Ama onlar onca asker dayağından sonra dayak arsızı oldukları için bir yolunu bulup hacıyatmaz gibi yine dikilip iktidara gelirler.’
Vay canına, koyun yerine koyulan sıradan vatandaşlarımızdaki bu bilgi ve görüşler, meğer değme köşe yazarlarımızda yokmuş da benim de bundan haberim yokmuş. Ben ulusumuzun görmüş geçirmiş bilgeliğini, öngörüsünü uzun uzun düşünürken Kazım,
‘Geldik abicim’ dedi.
Arabanın penceresinden baktım. Etrafta bol bol market, giysi dükkánı, hatta mobilyacı bile vardı. Ama kitapçı yoktu. Kazım’la muhabbete daldığım için geçtiğimiz yollara pek dikkat etmemiştim.
‘Nereye geldik?’
‘Sahaflar Çarşısı’na.’
Birkaç yıl o çevrede yaşadığım için çarşıyı hemen tanıdım.
‘Lan burası Sahaflar Çarşısı değil, Yeşilköy Çarşısı! Aralarında en az 15 kilometre var!’
‘Ne bileyim be abicim. Ben karşının şoförüyüm.’
‘Muhterem Nur’u, Hıncal abimizi, bacak ilacını, torik şişi ve memleketin nasıl kurtarılacağını öğreneceğine, kendi işini öğrensene hıyar!’ diye dellenip Kazım’ın arabasından indim. Herif her şeyi biliyordu ama, her Türk gibi kendi işini bilmiyordu. Ben Sahaflar Çarşısı’nın yerini bilen bir şoför ararken o arkamda,
‘Arpa lapası ılık olmalı abi’ diye sesleniyordu.
- etna (31.08.16 11:10:00)
1