[]
böyle başlangıçlı bir film seyredilir mi
Filmimiz arabayla gece vakti arabayla bir yerlere giden bir kadın ve onu takip eden bir adam ile başlar. Kadın koru içinde bir binaya gider. Bu arada kadını takip eden adamda fotoğraf makinesini hazırlar. Kadının girdiği binada günah ve sapkınlık su gibi akmaktadır ve kadın sapkınlığı duvarlarından taşan binanın üst katlarını yavaşça çıkar ve başka bir erkek usulca arkasından yaklaşıp iki puan almaya başlar. Bu arada kadını yeme amacıyla başka bir adamda olaya dâhil olur ve aynı esnada kadını takip eden eleman ise bu olan olayları çekmeye başlar. Kadın tam zevke gelmişken aniden sert ve okkalı bir tokat yer. Yediği tokat neticesinde şaşıran kadın ne olur şiddet uygulamayın diye yalvarmaya başlar lakin erkeklerden biri bıçağını çekerek sessiz ol zevkimizi bozuyorsun diye ikaz eder. Aynı esnada polisler gelir sapkınlık evini abluka altına alırlar ve sapkınlık evinde bulunan herkes çil yavrusu gibi dağılırlar. Esas kadında tam arabasına binecekken yakalanır ve kelepçelenir. Kadın polise ben fahişe değilim arkadaşa bakıp çıkacaktım der ama polis birdenbire kadına tecavüz etmeye başlar ve tecavüz eylemi sonlandıktan sonra polis kadını bırakır ve bütün olayın resmi çekilir
filmin afişi thetexastheatre.com
filmin afişi thetexastheatre.com
bu tip bir senaryo okunursa seninki de seyredilir
I. KISIM
Ayaklar yanmasın diye denize kadar tahtadan bir iskele döşemişler kumsala.
Deniz süper mavi.
Canım yazmak istemiyor.
Canım burda yatmak istemiyor.
Yüzmek istemiyorum.
Güneş süper yakıyor.
Güneş yağına bakıyorum.
Üstünde derecesi yazıyor.
Canım yanmak istemiyor...
Yürümek istemiyorum geriye.
Sadece uyumam gerekiyor.
Gözlerimi kapıyorum eriye eriye.
Şezlongun üstünde gerilen bir lahmacun hamuru kadar inceliyorum sıcaktan.
Tahtadan iskele döşemişler ya denize, 5 adım sonrası dalga, ıslak kumsal, patlak mavi.
Yemeli içmeli herşey içinde bu tatil köyünde, ikinciden sonra sızıyorum.
Mavi kumsala batıyorum.
Dalmışım. Enkaza dönmüşüm. En az 3 kişi geldiler. Söylenerek yerden kaldırdılar. Ceset gibi cansız yayıldım. Beni ölü sandılar. Apoletli polisler konuştular. Otopsiye alın bunu dediler. Sedyeye yatırdılar. 19 mayıs 1986. Henüz yeni dalmışım. Kalbim durmuşum.
Kalbimi geçici durdurabiliyorum. Dinlerlerse anlarlar. Basit bir çocukluk geçirdim. Havaalanında valizini taşıyan bir annenin peşinden koşuşturdum hep. Uçakta sağlık görevlisi nerede, sen burada dediler. Basit mi basit gezilerim oldu geçmişte. Kafamı anlayan başlardan bir sabit geçmiş edindim bunca zamandan sonra.
Bu boxer'i niye giydin? dedi Neriman. Kot sıkıyor, bununla oturunca rahat ettim, dedi. Boxer'ini çıkar ve yanıma gel bakalım dedi. Nihat dizlerini titreten sinirli reflekslere başladı. Kızın ayak tırnakları pırıl pırıldı. Gidip yanına oturdu. Kadın "çıkar" dedi.
Kumsalda uzanmış, güneşleniyorduk.
Rizeli bakkal kellesi de buradaydı. Rezene peynir satan bir Kızıltoprak esnafıydı. Biraz kımıldasak kaşlarını kaldırarak bize bakıyordu. Yapışık biri gibiydi. Deli repliklerini seviyordum. Uyandın mı hoca, dedim. Pansiyon tam olmuş bira dolmuş dükkan durmuş oluuur dedi. Bugün son kez denize girdik. Tahtadan iskelede yürüdük.
Eski bir arkadaşımdı, ressam biriydi. Hatırıma geldi. Sevgilisi yoktu. Kedisi vardı. Kedi tutkunlarının hayat görüşleri derindir. Onlar lobi kurarlar bunu yıkarlar ve çok duyarlıdırlar çook. Velakin bütün bağımlılıkların içinde doğruyu bulamazsın, yoktur. Kahve düz tüylü, kabarık tekir görünümlü şahin, hoş bir kedisi vardı. Kedinin yanında içeride cigara içiyordu. Yerde oturuyordu. Masada kedi. Gitti, hayvanı yere aldı. Hayvanın taşaklarına vurdu. Ritmik vuruşlar. Ciyaklamalar.
Kumsalı sikerim, kalkarım dedim. Hanıma döndüm, "ter sıktı, biraz gezeceğim". Otelin otoparkındaki Vespa'ya bindim. Gazı kökledim. Motor tırrrr. Kapıdan geçerken bekçiye döndüm. Bekçi sıradan insanların samimiyetiyle güldü. Güneyin ruhunu öyle iyi bilirim ki... Tekirova asfaltının, Belek asfaltından farkını derece derece anlarım. Diğer tatil köylerinin ışıldak kapılarının önünde de durdum... Ne oluyordu be?
Bana bakma anacığım. Oğlunda kafa komadın. Kanser olduğunu sakladın. Sırf ben tatil yapayım diye gelininle, susmuşsun be eski kadın.
Yaşamdaki acaipliklere inanmışım. Ve bunun üstümüzdeki acılarını taşımışım. Kafam bu, karışmışım. 10 sene daha yaşasan ne olurdu?
Kemoterapi saçlarını dökerse, hiç üzülme emi. Sesin bu ciğere vurursa lafını titretir, kesme sözünü. Gitme anacığım. Elimden gelse sıçacağım ağzına bölünen hücrelerin, "yeter daha bölünmeyin ulan" diyeceğim. Boğazını sıkacağım canını yakan mikromahlukların. Acaiplerin kucağında duruyoruz, gerçeklerin tümseklerine takılıyoruz. Gök de, deniz de yaşayana güzel. Beraber gidelim be anacağım.
II. KISIM
Radyoaktif elementle işimiz pek olmaz doktor bey. O kendi kendine olur. Hücre nasıl bölünür, neyle çoğalır ve neye göre ölür bilmeyiz. Bizim tarikatla değil hakikatla işimiz. İnme inerse yüzyukarı yatar, gökyüzündeki bulut formlarındaki beyaz-gri dengesindeki hayalleri inceleriz. Biliriz, geçen bir yaşamdır ve, ya mahlukat ya da tabiat erir içimizde. Bütün yaşamı buna göre değerlendiririz.
Oliver Stone soundundaki benzinliklerdeki sırtsırta suni deri kanepelerde oturulan cafe tarzı lokantalardan birinin penceresinden Mustang marka otomobile bakarken, otomobilin kırmızı ön tamponunun camdaki hilalinin yansımasını izliyor gibiydim Pamukova'da bu kamyoncu istasyonunda. Yanda bir adam sabahın 4'ünde sigarasını tam 5 fırtta tüketiyordu. Bir Ford kamyon, benzin pompasının 20 adım ilerisinde duruyordu. Yolculuğun ilk molasını atlatmaya çalışırken en az 15 dakikadır buradaydık. Sayıların arasındaydım. Sadece 1 yoğurt yedim. Hala açım. Ford kırmızıydı. Lokanta ise yeterince salaş. Neden filmlerdeki gibiydi kamyon. Neden çay söyledim. Hiç bilmiyordum. Sorgu akıyor, film batıyor, ortam bulanıyordu. Soru işaretleri ya da ünlemleri unutmasaydım bunları anlayabilirdim. Doktorun niye bana sırıtarak baktığını anlayamazdım. Tüm bunların matematikten ibaret olmasını kaldıramazdım.
Kalkıp yürüdüm.
Otoyolun kenarındaki banket taşı tümseğine oturdum. Ellerimi yukarı daldırdım.
"Anne! Umursamazlıklarımın da annesi ol ne olur. Acımasız beterlerle yüzleştiğimde, düşmanın suratını patlatmak için sıkacağım yumruklarımın da... Yalnızlıkların da annesi ol ne olur... Kazdıklarımın da... Bana tüm "de"ları da ayırt, "da"ları da..."
Bu dünyanın, kimseye kimsenin aldırmadığı bir alanında oturuyorum, doktor. Öncü hayal beldelerinden birine haracım var. Karşılığında neler alıyorum neler...
Taramam nasıl, doktor. Acaip birşey yapıyorsun. Beni tünellere sokuyorsun. Tıb esasında tıptır, gerekiyorsa susarsın. Ve bana kalırsa doktor, hastaların teşhisini ilk açıklamanın yöntemi, hekimlikte ayrı bir psikoloji uzmanlığı olmalı.
Sen hiç battın mı gemi?
Büyük kahvaltı ne diye bitti birdenbire. Otomobilin üstündeyken mecaziydin ya. Altında ezilen tutunamayanların oldu da usanmadın mı ölmekten?
Böğürmekten; buğu... buğu... diye! Lan Nihat, lan!
Neden sonu olmasındı.
Peşindeyiz belli işte, Oğuz'ların en Atay abisinin...
Canım yanıyor o başka... İşte o, çok başka!
I. KISIM
Ayaklar yanmasın diye denize kadar tahtadan bir iskele döşemişler kumsala.
Deniz süper mavi.
Canım yazmak istemiyor.
Canım burda yatmak istemiyor.
Yüzmek istemiyorum.
Güneş süper yakıyor.
Güneş yağına bakıyorum.
Üstünde derecesi yazıyor.
Canım yanmak istemiyor...
Yürümek istemiyorum geriye.
Sadece uyumam gerekiyor.
Gözlerimi kapıyorum eriye eriye.
Şezlongun üstünde gerilen bir lahmacun hamuru kadar inceliyorum sıcaktan.
Tahtadan iskele döşemişler ya denize, 5 adım sonrası dalga, ıslak kumsal, patlak mavi.
Yemeli içmeli herşey içinde bu tatil köyünde, ikinciden sonra sızıyorum.
Mavi kumsala batıyorum.
Dalmışım. Enkaza dönmüşüm. En az 3 kişi geldiler. Söylenerek yerden kaldırdılar. Ceset gibi cansız yayıldım. Beni ölü sandılar. Apoletli polisler konuştular. Otopsiye alın bunu dediler. Sedyeye yatırdılar. 19 mayıs 1986. Henüz yeni dalmışım. Kalbim durmuşum.
Kalbimi geçici durdurabiliyorum. Dinlerlerse anlarlar. Basit bir çocukluk geçirdim. Havaalanında valizini taşıyan bir annenin peşinden koşuşturdum hep. Uçakta sağlık görevlisi nerede, sen burada dediler. Basit mi basit gezilerim oldu geçmişte. Kafamı anlayan başlardan bir sabit geçmiş edindim bunca zamandan sonra.
Bu boxer'i niye giydin? dedi Neriman. Kot sıkıyor, bununla oturunca rahat ettim, dedi. Boxer'ini çıkar ve yanıma gel bakalım dedi. Nihat dizlerini titreten sinirli reflekslere başladı. Kızın ayak tırnakları pırıl pırıldı. Gidip yanına oturdu. Kadın "çıkar" dedi.
Kumsalda uzanmış, güneşleniyorduk.
Rizeli bakkal kellesi de buradaydı. Rezene peynir satan bir Kızıltoprak esnafıydı. Biraz kımıldasak kaşlarını kaldırarak bize bakıyordu. Yapışık biri gibiydi. Deli repliklerini seviyordum. Uyandın mı hoca, dedim. Pansiyon tam olmuş bira dolmuş dükkan durmuş oluuur dedi. Bugün son kez denize girdik. Tahtadan iskelede yürüdük.
Eski bir arkadaşımdı, ressam biriydi. Hatırıma geldi. Sevgilisi yoktu. Kedisi vardı. Kedi tutkunlarının hayat görüşleri derindir. Onlar lobi kurarlar bunu yıkarlar ve çok duyarlıdırlar çook. Velakin bütün bağımlılıkların içinde doğruyu bulamazsın, yoktur. Kahve düz tüylü, kabarık tekir görünümlü şahin, hoş bir kedisi vardı. Kedinin yanında içeride cigara içiyordu. Yerde oturuyordu. Masada kedi. Gitti, hayvanı yere aldı. Hayvanın taşaklarına vurdu. Ritmik vuruşlar. Ciyaklamalar.
Kumsalı sikerim, kalkarım dedim. Hanıma döndüm, "ter sıktı, biraz gezeceğim". Otelin otoparkındaki Vespa'ya bindim. Gazı kökledim. Motor tırrrr. Kapıdan geçerken bekçiye döndüm. Bekçi sıradan insanların samimiyetiyle güldü. Güneyin ruhunu öyle iyi bilirim ki... Tekirova asfaltının, Belek asfaltından farkını derece derece anlarım. Diğer tatil köylerinin ışıldak kapılarının önünde de durdum... Ne oluyordu be?
Bana bakma anacığım. Oğlunda kafa komadın. Kanser olduğunu sakladın. Sırf ben tatil yapayım diye gelininle, susmuşsun be eski kadın.
Yaşamdaki acaipliklere inanmışım. Ve bunun üstümüzdeki acılarını taşımışım. Kafam bu, karışmışım. 10 sene daha yaşasan ne olurdu?
Kemoterapi saçlarını dökerse, hiç üzülme emi. Sesin bu ciğere vurursa lafını titretir, kesme sözünü. Gitme anacığım. Elimden gelse sıçacağım ağzına bölünen hücrelerin, "yeter daha bölünmeyin ulan" diyeceğim. Boğazını sıkacağım canını yakan mikromahlukların. Acaiplerin kucağında duruyoruz, gerçeklerin tümseklerine takılıyoruz. Gök de, deniz de yaşayana güzel. Beraber gidelim be anacağım.
II. KISIM
Radyoaktif elementle işimiz pek olmaz doktor bey. O kendi kendine olur. Hücre nasıl bölünür, neyle çoğalır ve neye göre ölür bilmeyiz. Bizim tarikatla değil hakikatla işimiz. İnme inerse yüzyukarı yatar, gökyüzündeki bulut formlarındaki beyaz-gri dengesindeki hayalleri inceleriz. Biliriz, geçen bir yaşamdır ve, ya mahlukat ya da tabiat erir içimizde. Bütün yaşamı buna göre değerlendiririz.
Oliver Stone soundundaki benzinliklerdeki sırtsırta suni deri kanepelerde oturulan cafe tarzı lokantalardan birinin penceresinden Mustang marka otomobile bakarken, otomobilin kırmızı ön tamponunun camdaki hilalinin yansımasını izliyor gibiydim Pamukova'da bu kamyoncu istasyonunda. Yanda bir adam sabahın 4'ünde sigarasını tam 5 fırtta tüketiyordu. Bir Ford kamyon, benzin pompasının 20 adım ilerisinde duruyordu. Yolculuğun ilk molasını atlatmaya çalışırken en az 15 dakikadır buradaydık. Sayıların arasındaydım. Sadece 1 yoğurt yedim. Hala açım. Ford kırmızıydı. Lokanta ise yeterince salaş. Neden filmlerdeki gibiydi kamyon. Neden çay söyledim. Hiç bilmiyordum. Sorgu akıyor, film batıyor, ortam bulanıyordu. Soru işaretleri ya da ünlemleri unutmasaydım bunları anlayabilirdim. Doktorun niye bana sırıtarak baktığını anlayamazdım. Tüm bunların matematikten ibaret olmasını kaldıramazdım.
Kalkıp yürüdüm.
Otoyolun kenarındaki banket taşı tümseğine oturdum. Ellerimi yukarı daldırdım.
"Anne! Umursamazlıklarımın da annesi ol ne olur. Acımasız beterlerle yüzleştiğimde, düşmanın suratını patlatmak için sıkacağım yumruklarımın da... Yalnızlıkların da annesi ol ne olur... Kazdıklarımın da... Bana tüm "de"ları da ayırt, "da"ları da..."
Bu dünyanın, kimseye kimsenin aldırmadığı bir alanında oturuyorum, doktor. Öncü hayal beldelerinden birine haracım var. Karşılığında neler alıyorum neler...
Taramam nasıl, doktor. Acaip birşey yapıyorsun. Beni tünellere sokuyorsun. Tıb esasında tıptır, gerekiyorsa susarsın. Ve bana kalırsa doktor, hastaların teşhisini ilk açıklamanın yöntemi, hekimlikte ayrı bir psikoloji uzmanlığı olmalı.
Sen hiç battın mı gemi?
Büyük kahvaltı ne diye bitti birdenbire. Otomobilin üstündeyken mecaziydin ya. Altında ezilen tutunamayanların oldu da usanmadın mı ölmekten?
Böğürmekten; buğu... buğu... diye! Lan Nihat, lan!
Neden sonu olmasındı.
Peşindeyiz belli işte, Oğuz'ların en Atay abisinin...
Canım yanıyor o başka... İşte o, çok başka!
- agy3 (03.03.13 00:16:08)
1