[]
Dünyanın bir simülasyon olduğuna dair varsayımlar
Sizin de size çok saçma ve mantıksız ve eğri gelen ancak neden hayatın bir parçası olduğunu anlayamadığınız, bu yüzden de bir simülasyonun içinde olduğumuza dair birer kanıt olduğunu düşündüğünüz şeyler varsa yazın, biraz beyin fırtınası yapalım gece gece.
1) Benim en büyük varsayım erkeklerin kadınların dar kalçasına ve göğüslerine odaklanması saçmalığıdır. Evrimsel gerekçeleri bir yana, resmen bizleri programlayan herif erkeklere böyle bir işlev vermiş gibi bir şey, belki de sahiden sırf pçlik olsun diye iki arkadaşın geyik malzemesine kurban gitmişizdir biz programlanırken. Yani günün birinde uzaylılar gizlice aramıza sızsa ve erkeklerin kadınların dışkı ve oturma görevi gören kalça kısmına böylesi bir trans hale geçmiş şekilde odaklamdığını görse kesinlikle çok mantıksız ve ilginç bulurdu. Aynısı kadın göğsü için de geçerli ancak şöyle bir düşündüm de insan dişisinin göğüs kısmı diğer hayvan dişilerin göğüs kısmından çok çok farklı ve cidden göze sanatsal seksi gelecek kadar güzel. Dişi inek de memeli, dişi insan da. İkisi de hayvan ve çok uzaktan da olsa akraba. Ama meme farkları çok fazla. Demek ki bizi kodlayan elemanlar ya sahiden dişi insan memesi güzel ve seksi olduğu için kodlamış ya da tamamen çirkin ya da sıradan olsa da erkek insana dişi insan memesinin "güzel ve hoş" olduğunu düşünmesini sağlayan bir fonksiyon girmiş. Yani eğer isteselerdi insan dışkısının çok hoş kokulu ve güzel tadı olan bir besin olduğu fonksiyonunu girerlerdi ve biz afiyetle dışkı yer, dışkı yemeyen (vegan gibi) insanlara hayret ederdik. Öyleyse neden büyük bir keyifle yediğimiz birçok şeyin "özünde" iğrenç olmaması düşünülemez? Tavuk eti belki de fare eti gibidir, ancak biz fare eti hiç yenemedik yine de "bir şey" Bize fare etinin iğrenç olduğunu söylüyor sanki??
2)Diğer bir husus ise uzayın ve evrenin akıl almaz büyüklüğüne karşı hiçbir canlı izine rastlanmaması.
3)Genetiksel hatalar, bozukluklar. Tıpkı bir programın bugu gibi değil mi? Normal şartlarda olmaması gerekiyor ama oluyor, bu da realiteyi arttırıyor. 2 başlı doğan hayvanlar mesela, bug değil de nedir? Bilimsel açıklama ve "Evrim" olgusunun da temelinde kodların yatabileceği ve hiç olmamış şeylerin olmuş gibi gösterilebileceği eğer manyak bir programcımız varsa gayet olasıdır.
4)Benim ve birçok kişinin bu simülasyon dünyası ihtimalini düşünmesi. Aslında ben simülasyon dünyasına inanmıyorum, gece gündüz düşünmüyorum da, ancak bazen - tıpkı bu gece olduğu gibi - olma ihtimali aklıma geliyor, Matrix gibi filmler sadece bir araç bu düşüncede. Matrix diue bir film yokken de insanlar dünyanın bir simülasyon olabileceğini farklı kavramlarla düşünüyorlardı kuvvetle muhtemel.
Eğer ben bunları düşünüyorsam, demek ki arada sırada birileri varlıklarının bilininde olmamızı istiyor, olabilir. İnanmıyor olmam olmayacaklarını anlamına gelmiyor.
Peki ya sahiden simülasyon ürünüysek, öncelikle bizi kodlayan varlıklar bizim gibi görünüşlere mi sahiptirler yoksa daha farklı mı? Onların içinde bulunduğu gezegen ve evren ve doğa kanunları bizimkilerden çok mu farklıdır, mesela onların evreninde bambaşka ana renkler, üç gözlü kediler, konuşan köpekler olabilir mi? Yine kendim cevaplıyorum, olamaz. Çünkü zihin sadede gördüğü, duyduğu, bildiği şeylerin taklidini çıkarabilir. Evrende olmayan fantastik bir şey düşünün, mesela Uçan Spagetti Canavarı. "Uçmak" kuşlardan ve kanatlı canlılardan gördüğümüz şey, "Spagetti" hepimizin bildiği makarna, "Canavar" saldırgan ve ölümcül yaratıklara verilen genel kavram. Bu bağlamda bizim tek yaptığımız bu üçünü birleştirmek ve buna da kibirli bir şekilde "evrende olmayan fantastik bir şey hayal ettim yaşasın!" demek olmuyor mu? Öyleyse bizi programlayanların görünüşü de evreni de bize oldukça benziyor olmalıdır.
5)Zaman kavramı ve zamanın bazen çok hızlı bazen çok yavaş geçmesi, genel olarak oldukça hızlı geçmesi ancak özel olarak göreceli bir hıza sahip olması. 2008 Avrupa kupası, Türkiyenin Hırvatistan dönüşü daha dün gibiydi bana göre, ancak üzerinden koca 9 yıl geçmiş. Fakat aynı zamanda 2013 Gezi olaylarının üzerinden sanki bir ömür geçmiş gibi algılıyor zihnim. Yaşam sırasında kavranan şeyler arasında böyle zamansal değişim algılamaların olmasını salt beyin yorgunluğu, hafıza bilmem neyi diye açıklayıp kestirip atmak da bir seçenek: peki ya sahiden simülasyon yüzünden kaynaklanan bir şeyse?
6) Konuşmak ve okumayı öğrenmek. Çok ayrıntıya girmeyeceğim ama şu kelimeleri yazarak "düşünce" denilen kavramı otomatiğe bağlamış şekilde aktarıyor olmak, bana çok ilginç geliyor. Bir takım sesler ve bu sesler üzerinden katrilyonlarca insan düşünceleri... Düşünce, beyin, elektriksel sinyaller, sesin kulağa ulaşması, kulak yoluyla beyne bu ses dalgasının iletilmesi ve beyinde bu sinyallerinin bir düzen içinde toparlanıp yorumlanması ve bilince iletilmesi, bizim de bilinçli şekilde algılamamız. Tüm bunlar saliselik zaman içinde gerçekleşiyor. Çok klişe bir örnek olacak ancak belki de kırmızı diye bir renk yok, kırmızı kodu diye bir kod var simülasyonda... Ne var ki bu aşırı şüpheciliğin kayda değer faydalı bir yanı yok, tadında bırakıp sonraki uyarılmaya bırakmak en iyisi.
1) Benim en büyük varsayım erkeklerin kadınların dar kalçasına ve göğüslerine odaklanması saçmalığıdır. Evrimsel gerekçeleri bir yana, resmen bizleri programlayan herif erkeklere böyle bir işlev vermiş gibi bir şey, belki de sahiden sırf pçlik olsun diye iki arkadaşın geyik malzemesine kurban gitmişizdir biz programlanırken. Yani günün birinde uzaylılar gizlice aramıza sızsa ve erkeklerin kadınların dışkı ve oturma görevi gören kalça kısmına böylesi bir trans hale geçmiş şekilde odaklamdığını görse kesinlikle çok mantıksız ve ilginç bulurdu. Aynısı kadın göğsü için de geçerli ancak şöyle bir düşündüm de insan dişisinin göğüs kısmı diğer hayvan dişilerin göğüs kısmından çok çok farklı ve cidden göze sanatsal seksi gelecek kadar güzel. Dişi inek de memeli, dişi insan da. İkisi de hayvan ve çok uzaktan da olsa akraba. Ama meme farkları çok fazla. Demek ki bizi kodlayan elemanlar ya sahiden dişi insan memesi güzel ve seksi olduğu için kodlamış ya da tamamen çirkin ya da sıradan olsa da erkek insana dişi insan memesinin "güzel ve hoş" olduğunu düşünmesini sağlayan bir fonksiyon girmiş. Yani eğer isteselerdi insan dışkısının çok hoş kokulu ve güzel tadı olan bir besin olduğu fonksiyonunu girerlerdi ve biz afiyetle dışkı yer, dışkı yemeyen (vegan gibi) insanlara hayret ederdik. Öyleyse neden büyük bir keyifle yediğimiz birçok şeyin "özünde" iğrenç olmaması düşünülemez? Tavuk eti belki de fare eti gibidir, ancak biz fare eti hiç yenemedik yine de "bir şey" Bize fare etinin iğrenç olduğunu söylüyor sanki??
2)Diğer bir husus ise uzayın ve evrenin akıl almaz büyüklüğüne karşı hiçbir canlı izine rastlanmaması.
3)Genetiksel hatalar, bozukluklar. Tıpkı bir programın bugu gibi değil mi? Normal şartlarda olmaması gerekiyor ama oluyor, bu da realiteyi arttırıyor. 2 başlı doğan hayvanlar mesela, bug değil de nedir? Bilimsel açıklama ve "Evrim" olgusunun da temelinde kodların yatabileceği ve hiç olmamış şeylerin olmuş gibi gösterilebileceği eğer manyak bir programcımız varsa gayet olasıdır.
4)Benim ve birçok kişinin bu simülasyon dünyası ihtimalini düşünmesi. Aslında ben simülasyon dünyasına inanmıyorum, gece gündüz düşünmüyorum da, ancak bazen - tıpkı bu gece olduğu gibi - olma ihtimali aklıma geliyor, Matrix gibi filmler sadece bir araç bu düşüncede. Matrix diue bir film yokken de insanlar dünyanın bir simülasyon olabileceğini farklı kavramlarla düşünüyorlardı kuvvetle muhtemel.
Eğer ben bunları düşünüyorsam, demek ki arada sırada birileri varlıklarının bilininde olmamızı istiyor, olabilir. İnanmıyor olmam olmayacaklarını anlamına gelmiyor.
Peki ya sahiden simülasyon ürünüysek, öncelikle bizi kodlayan varlıklar bizim gibi görünüşlere mi sahiptirler yoksa daha farklı mı? Onların içinde bulunduğu gezegen ve evren ve doğa kanunları bizimkilerden çok mu farklıdır, mesela onların evreninde bambaşka ana renkler, üç gözlü kediler, konuşan köpekler olabilir mi? Yine kendim cevaplıyorum, olamaz. Çünkü zihin sadede gördüğü, duyduğu, bildiği şeylerin taklidini çıkarabilir. Evrende olmayan fantastik bir şey düşünün, mesela Uçan Spagetti Canavarı. "Uçmak" kuşlardan ve kanatlı canlılardan gördüğümüz şey, "Spagetti" hepimizin bildiği makarna, "Canavar" saldırgan ve ölümcül yaratıklara verilen genel kavram. Bu bağlamda bizim tek yaptığımız bu üçünü birleştirmek ve buna da kibirli bir şekilde "evrende olmayan fantastik bir şey hayal ettim yaşasın!" demek olmuyor mu? Öyleyse bizi programlayanların görünüşü de evreni de bize oldukça benziyor olmalıdır.
5)Zaman kavramı ve zamanın bazen çok hızlı bazen çok yavaş geçmesi, genel olarak oldukça hızlı geçmesi ancak özel olarak göreceli bir hıza sahip olması. 2008 Avrupa kupası, Türkiyenin Hırvatistan dönüşü daha dün gibiydi bana göre, ancak üzerinden koca 9 yıl geçmiş. Fakat aynı zamanda 2013 Gezi olaylarının üzerinden sanki bir ömür geçmiş gibi algılıyor zihnim. Yaşam sırasında kavranan şeyler arasında böyle zamansal değişim algılamaların olmasını salt beyin yorgunluğu, hafıza bilmem neyi diye açıklayıp kestirip atmak da bir seçenek: peki ya sahiden simülasyon yüzünden kaynaklanan bir şeyse?
6) Konuşmak ve okumayı öğrenmek. Çok ayrıntıya girmeyeceğim ama şu kelimeleri yazarak "düşünce" denilen kavramı otomatiğe bağlamış şekilde aktarıyor olmak, bana çok ilginç geliyor. Bir takım sesler ve bu sesler üzerinden katrilyonlarca insan düşünceleri... Düşünce, beyin, elektriksel sinyaller, sesin kulağa ulaşması, kulak yoluyla beyne bu ses dalgasının iletilmesi ve beyinde bu sinyallerinin bir düzen içinde toparlanıp yorumlanması ve bilince iletilmesi, bizim de bilinçli şekilde algılamamız. Tüm bunlar saliselik zaman içinde gerçekleşiyor. Çok klişe bir örnek olacak ancak belki de kırmızı diye bir renk yok, kırmızı kodu diye bir kod var simülasyonda... Ne var ki bu aşırı şüpheciliğin kayda değer faydalı bir yanı yok, tadında bırakıp sonraki uyarılmaya bırakmak en iyisi.
bunu sabah konuşalım, erken uyanmam lazım.
Ama bana da vücudun mekanik birşey gibi çalışması(geleneksel tıp/modern tıp ayrımındaki gibi) ancak canlı ölünce tekrar çalıştırılamaması ilginç gelmiştir hep.
Ve ben 1 smilasyon değilde alternatif olarak aslında bu kadar çok insanın var olmadığı kanısındayım. Bir de uzay ve yaşam fikrin bana da çok makul geliyor.
Kaçtım ben, iyi geceler.
Ama bana da vücudun mekanik birşey gibi çalışması(geleneksel tıp/modern tıp ayrımındaki gibi) ancak canlı ölünce tekrar çalıştırılamaması ilginç gelmiştir hep.
Ve ben 1 smilasyon değilde alternatif olarak aslında bu kadar çok insanın var olmadığı kanısındayım. Bir de uzay ve yaşam fikrin bana da çok makul geliyor.
Kaçtım ben, iyi geceler.
- mete kudur (15.09.17 03:50:27 ~ 03:52:50)
Tarzını sevdim. Yani bu varsayıma dair daha önce hiç söylenmemiş bir şey yok bahislerinde, fakat üzerine güzel kafa kırmışsın! Bu varsayımın en büyük meselesi, sınanabilir olmaması. Yani nasıl bir delil elde edersek simülasyonmuş tamam ikna olduk diyeceğiz meselesi çetrefil.
Ben yazdıklarımı karşıt bir cevap olarak değil, zira ben de bilmiyorum simülasyonda mıyız değil miyiz; mevzubahis konular üstüne kendi düşüncelerimi paylaşmak adına yazıyorum.
1-Kalça, doğurganlık emaresi. "Ben o çocuğu bu bedenden çıkarırım arkadaş merak etme" göndergesi. Meme büyüklüğü de bebecüklerin emzirilme potansiyeli ile ilgili. Yani kalçaya ve memeye kilitlenmek biz primatlar için olabilecek en doğal şey. İnsan memesini estetik olarak tabii güzel bulacağız çünkü ona göre tasarlandık. Bebekken onlardan yaşam suyu (süt) içtin!
Dışkı yiyemezdik zira toksiktir; lezzetli gelmemesinin tek sebebi de bu. Tat alma duygun ihtiyaca göre şekillendi. İğrenme sebebin seni zehirleyeceğini biliyor olman, "bünyen" biliyor daha doğrusu. Yani zevk-ü sefa içerisinde dışkısını yiyen homo üst sınıfına dahil primatlar olduysa, genlerini çok da fazla aktaramadan elenmiş olmalılar... Eğer dışkımız toksik olmasaydı, tekrar yenilebilir ve enerji elde edilebilir olsaydı, büyük ihtimalle lezzetli gelirdi. Afiyetle yerdik. Bal dediğimiz şey arının kusmuğu neticede.
2-Fermi paradoksu. Bir yandan da bu akıl almaz büyüklük tabiri paradoks. Yani şöyle düşün evren ne kadar büyükse haliyle canlıların da birbirine rastlama olasılığı o kadar düşer diyebiliriz. Fakat bir yandan da o kadar çeşitli canlıların olma ihtimali artıyor, birbirlerinden tamamen (?) habersiz olsalar da.
Şöyle bir varsayım var bu arada. Uzaylı uygarlıklar belli bir seviyeye gelince, Evren'in bizatihi kendisini keşfetmenin zor ve masraflı olmasından ötürü, kendi simülasyonlarını yapıyorlar. Yapay zeka, simülasyonu sürekli güncelliyor, dönüştürüyor, yeni olaylar ve unsurlar yaratıyor; ve bu uygarlıklar bu sonsuzluğu keşfetmeyi ve kendi simülasyonlarında yaşamayı tercih ediyorlar. Bu gayet mantıklı bir şey. İnsanlık kendini yok etmezse VR teknolojisinin 2300 yılında alacağı hali düşünün, eminim o dünyada yaşamaya daha hevesli insanlar olacaktır. Oyun gibi. Uçabildiğiniz, ölmediğiniz bir evren. Ve en önemlisi zaman manipüle edilebiliyor. Gerçek dünyadaki 5 saniye, o simülasyonda 1 sene olabilir. Yani uygarlıklar kendilerini simülasyonlara kapatmayı tercih ediyor olabilir mi, gibi bir soru bu. Benim pek hoşuma gidiyor.
3-Bilakis, bu kadar az olmasına şaşırırım ben, bu vakaların.
4-Baktığın zaman abrahami dinler de kısmen bunu savunmuyor mu? Bu dünya simülasyon, hiçbir şey gerçek değil; zahir aldatıcı, asıl dünya öteki :)
5-Zaman hala tam olarak anlaşılabilmiş bir mefhum değil. Zamanın olmadığını, bunun beynimizin evreni algılamayı kolaylaştırmak için uydurduğu bir mefhum olduğunu savunanlar da var. En basit örneği rüya görmek işte. Saniyeler içerisinde olup bitiyor, güya upuzun zamana yayılan olay silsileleri.
Ben yazdıklarımı karşıt bir cevap olarak değil, zira ben de bilmiyorum simülasyonda mıyız değil miyiz; mevzubahis konular üstüne kendi düşüncelerimi paylaşmak adına yazıyorum.
1-Kalça, doğurganlık emaresi. "Ben o çocuğu bu bedenden çıkarırım arkadaş merak etme" göndergesi. Meme büyüklüğü de bebecüklerin emzirilme potansiyeli ile ilgili. Yani kalçaya ve memeye kilitlenmek biz primatlar için olabilecek en doğal şey. İnsan memesini estetik olarak tabii güzel bulacağız çünkü ona göre tasarlandık. Bebekken onlardan yaşam suyu (süt) içtin!
Dışkı yiyemezdik zira toksiktir; lezzetli gelmemesinin tek sebebi de bu. Tat alma duygun ihtiyaca göre şekillendi. İğrenme sebebin seni zehirleyeceğini biliyor olman, "bünyen" biliyor daha doğrusu. Yani zevk-ü sefa içerisinde dışkısını yiyen homo üst sınıfına dahil primatlar olduysa, genlerini çok da fazla aktaramadan elenmiş olmalılar... Eğer dışkımız toksik olmasaydı, tekrar yenilebilir ve enerji elde edilebilir olsaydı, büyük ihtimalle lezzetli gelirdi. Afiyetle yerdik. Bal dediğimiz şey arının kusmuğu neticede.
2-Fermi paradoksu. Bir yandan da bu akıl almaz büyüklük tabiri paradoks. Yani şöyle düşün evren ne kadar büyükse haliyle canlıların da birbirine rastlama olasılığı o kadar düşer diyebiliriz. Fakat bir yandan da o kadar çeşitli canlıların olma ihtimali artıyor, birbirlerinden tamamen (?) habersiz olsalar da.
Şöyle bir varsayım var bu arada. Uzaylı uygarlıklar belli bir seviyeye gelince, Evren'in bizatihi kendisini keşfetmenin zor ve masraflı olmasından ötürü, kendi simülasyonlarını yapıyorlar. Yapay zeka, simülasyonu sürekli güncelliyor, dönüştürüyor, yeni olaylar ve unsurlar yaratıyor; ve bu uygarlıklar bu sonsuzluğu keşfetmeyi ve kendi simülasyonlarında yaşamayı tercih ediyorlar. Bu gayet mantıklı bir şey. İnsanlık kendini yok etmezse VR teknolojisinin 2300 yılında alacağı hali düşünün, eminim o dünyada yaşamaya daha hevesli insanlar olacaktır. Oyun gibi. Uçabildiğiniz, ölmediğiniz bir evren. Ve en önemlisi zaman manipüle edilebiliyor. Gerçek dünyadaki 5 saniye, o simülasyonda 1 sene olabilir. Yani uygarlıklar kendilerini simülasyonlara kapatmayı tercih ediyor olabilir mi, gibi bir soru bu. Benim pek hoşuma gidiyor.
3-Bilakis, bu kadar az olmasına şaşırırım ben, bu vakaların.
4-Baktığın zaman abrahami dinler de kısmen bunu savunmuyor mu? Bu dünya simülasyon, hiçbir şey gerçek değil; zahir aldatıcı, asıl dünya öteki :)
5-Zaman hala tam olarak anlaşılabilmiş bir mefhum değil. Zamanın olmadığını, bunun beynimizin evreni algılamayı kolaylaştırmak için uydurduğu bir mefhum olduğunu savunanlar da var. En basit örneği rüya görmek işte. Saniyeler içerisinde olup bitiyor, güya upuzun zamana yayılan olay silsileleri.
- testis agrisi (15.09.17 05:42:49 ~ 05:55:50)
benim konuya dair pek bir yorumum olmayacak da, sizin yazdıklarınızdan ve düşündüklerinizden John Brockman'ın What We Believe But Cannot Prove kitabını beğenebilirmişsiniz gibi geldi.
- sopiro (15.09.17 08:31:06)
düşüncesi güzel ama simülasyon olduğumuzu düşünmüyorum. çünkü simülasyondan kendi isteğinizle çıkamazsınız ama burada isteyerek veya istemeyerek ölüm yoluyla çıkabiliyorsunuz.
edit: bir de doğamız gereği sürekli varoluşumuza dair kanıtlar arıyoruz, teoriler üretiyoruz. hepsinin kendi içinde mantığı var ama belki de bu kadar mana koymak gereksizdir. belki de bir şekilde olmuşuzdur ve dünyanın sonu gelene kadar böyle gidecektir ve belki de sürekli bir anlam aramaktan vazgeçmeliyiz.
edit: bir de doğamız gereği sürekli varoluşumuza dair kanıtlar arıyoruz, teoriler üretiyoruz. hepsinin kendi içinde mantığı var ama belki de bu kadar mana koymak gereksizdir. belki de bir şekilde olmuşuzdur ve dünyanın sonu gelene kadar böyle gidecektir ve belki de sürekli bir anlam aramaktan vazgeçmeliyiz.
- dedimmidemedimmi (15.09.17 10:17:19 ~ 10:21:34)
Ben yazdıklarınıza karşı çıkmayacağım. Yani "yoo o iş öyle değil" demeye gelmedim. Zaten bu konuda ben agnostiğim. Yani bir simülasyon parçası olup olmadığımızı bilemeyiz. İspatının ya da yanlışlanmasının mümkün olmadığını düşünüyorum. O yüzden bu iş zaten bilimsellikten çıkıyor. Tam da bu nedenle bilimsel argümanların, bir simülasyonun parçası olduğumuzun kanıtı olduğunu söylemenin doğru olmadığını düşünüyorum.
Son söylediğimi biraz açacak olursak; örneğin bazı dini forumlarda islamiyetin ispati vb. gibi yazıları okursanız şu temel mantığa dayanıyor (çok kabaca yazıyorum): bir kalem ile kağıdı masanın üstüne bırakın, kalem kağıda kendi kendine bir A harfi yazamaz. Öyleyse evrende olan hiçbir şey kendiliğinden olmuş olamaz. Mutlaka bir yaratıcıya ihtiyaç vardır. O zaman Allah vardır.
Mantık güzel, ama mesela bu durum 'uçan spagetti canavarı'nın da ispatı olabilir. Belki de bir simülasyonun parçası olduğumuzun da ispatı olabilir bu mantıkla.
Simülasyon varsayımının 'ispatı' niteliğinde en çok söylenen argümanlardan biri örneğin, evrende her şeyin sınırlarının olması. Örneğin hız sınırı ışık hızı kadar. Mutlak sıfır -273 °C vs. vs. Bu da yukarıdaki mantıkla düşünülünce "evrende sınırlar var. simülasayonda da sınırlar olmak zorunda. o zaman evren simülasyondan ibaret" gibi bir sonuç ortaya çıkıyor ki bence çok yanlış.
bir de ikinci maddede yazdığınıza şöyle bir şey söylemem lazım:
ilk olarak evrenin akıl almaz büyüklüğünün her yerini incelemiş olmak lazım bunu söyleyebilmek için. bu mümkün değil. nitekim biz henüz güneş sisteminin içinde yer alan pluton gezegenini bile çok yakın zamanda gözlemleyebildik. dibimizde olan mars'ta hayat var mı falan onu inceliyoruz. evrenin büyüklüğü düşünüldüğünde (düşünemedi) bu kadar dar aralıkta bile araştırmalarımız devam ederken koca evrende yaşam izine rastlanmadı demek çok mantıklı değil.
ayrıca bununla ilgili NASA birkaç yıl önce "20 yıl içerisinde dünya dışı yaşam olduğu kanıtlanmış olacak" gibi bir açıklama yapmıştı. Sabırla bekliyorum.
Bir diğer mevzu da mesela bazen şöyle haberler okuyoruz: "50 milyon ışık yılı uzaklıkta bilmem ne gezegeni keşfedildi." bu gezegeni gözlemlesen bile gördüğün şey 50 milyon yıl öncesine ait. 50 milyon yıl önce orada yaşam yoktu belki ama şu anda var diyelim. nasıl bilebilirsin ki?
evrenin yaklaşık 14 milyar ışık yılı genişliğinde olduğunu düşünürsek "hiç canlıya rastlamadık" demek doğru olmaz.
Son söylediğimi biraz açacak olursak; örneğin bazı dini forumlarda islamiyetin ispati vb. gibi yazıları okursanız şu temel mantığa dayanıyor (çok kabaca yazıyorum): bir kalem ile kağıdı masanın üstüne bırakın, kalem kağıda kendi kendine bir A harfi yazamaz. Öyleyse evrende olan hiçbir şey kendiliğinden olmuş olamaz. Mutlaka bir yaratıcıya ihtiyaç vardır. O zaman Allah vardır.
Mantık güzel, ama mesela bu durum 'uçan spagetti canavarı'nın da ispatı olabilir. Belki de bir simülasyonun parçası olduğumuzun da ispatı olabilir bu mantıkla.
Simülasyon varsayımının 'ispatı' niteliğinde en çok söylenen argümanlardan biri örneğin, evrende her şeyin sınırlarının olması. Örneğin hız sınırı ışık hızı kadar. Mutlak sıfır -273 °C vs. vs. Bu da yukarıdaki mantıkla düşünülünce "evrende sınırlar var. simülasayonda da sınırlar olmak zorunda. o zaman evren simülasyondan ibaret" gibi bir sonuç ortaya çıkıyor ki bence çok yanlış.
bir de ikinci maddede yazdığınıza şöyle bir şey söylemem lazım:
ilk olarak evrenin akıl almaz büyüklüğünün her yerini incelemiş olmak lazım bunu söyleyebilmek için. bu mümkün değil. nitekim biz henüz güneş sisteminin içinde yer alan pluton gezegenini bile çok yakın zamanda gözlemleyebildik. dibimizde olan mars'ta hayat var mı falan onu inceliyoruz. evrenin büyüklüğü düşünüldüğünde (düşünemedi) bu kadar dar aralıkta bile araştırmalarımız devam ederken koca evrende yaşam izine rastlanmadı demek çok mantıklı değil.
ayrıca bununla ilgili NASA birkaç yıl önce "20 yıl içerisinde dünya dışı yaşam olduğu kanıtlanmış olacak" gibi bir açıklama yapmıştı. Sabırla bekliyorum.
Bir diğer mevzu da mesela bazen şöyle haberler okuyoruz: "50 milyon ışık yılı uzaklıkta bilmem ne gezegeni keşfedildi." bu gezegeni gözlemlesen bile gördüğün şey 50 milyon yıl öncesine ait. 50 milyon yıl önce orada yaşam yoktu belki ama şu anda var diyelim. nasıl bilebilirsin ki?
evrenin yaklaşık 14 milyar ışık yılı genişliğinde olduğunu düşünürsek "hiç canlıya rastlamadık" demek doğru olmaz.
- himmet dayi (15.09.17 10:30:11)
Ben simulasyon kelimesinin bilinmediği bir çağdan geliyorum haliyle de varsayımın geçerli olduğunu düşünmüyorum.
Neden hayatın içinde olduğuna anlam veremediğin şeyler olgular bireysel olarak okudukça, yaşadıkça, global olarak da araştırdıkça azalıyor. Bu bir süreç. Teknoloji ivmeyi inanılmaz hızda ve derecede yükseltti ama süreç henüz bitmedi.
1.@testis ağrısı +1 Kadınlar da erkeklerde "ürememi sağlayabilecek mi, beni ve bebelerimizi koruyup kollayabilecek mi" yi sağlayacak özelliklere odaklanıyor. Tamamen yaşanmışlığın kodlara etkisi, evrim sürecinin bize bıraktıkları. Şimdi bazı şeyler değişmeye başladı. Çünkü yaşam koşullarımız değişiyor. Mesela kadınların efendi adam yerine maço tercih etmesini sorguluyanlar değişikliği yaşayanlar, maço tercih edenler de değişimi göremeyen/özümseyemeyenler. Geçiş süreci sancıları yani. Feminizm de bu anlamda bakılırsa değişimin bir başka sancısı aslında.
Çöp konteynerleri hep aynı kokar İçerik olarak çöpe atılan ürünler en azından mevsimsel olarak değişiyor demi. Ama bize hepsinin kokuları aynı geliyor çünkü diğer kokulardan önce çürük kokusunu alıyoruz. Zira kendimizi koruma mekanızmamızın sinyallerinin önceliği var. Tehdit altındaysak diğer her şey durur veya koruma mekanızmamıza hizmet eder. Sinyaller burada sana zararlı bişiler var diyor biz de çüpün yanından yay çizerek geçiyoruz. dışkımızı da bu nedenle yemiyoruz, üstünü örtüyor bulunduğu ortamda kalmıyoruz.
2. Canlı izine rastlamamış olmak olmadığı anlamına gelmiyor. Şu anki algı kapasitemizle yanımızdan geçse algılayamayacağımız algılasak bile anlamlandıramayacağıımız varlıklar bile olabilir.
Hem programcı bu kadar muzipse başka canlılar da koyardı bence. Düşünsene şu an gözünle görebildiğin kulağınla duyabildiğin vs. ne varsa onun da ötesinde olgulara anlam yüklediğimiz duygularımızı hislerimizi bile düşünüp yazmış. Algıladığımız bir renk bile her birimize başka anlamlar ifade ediyor. Tüm bunları yazabilen bir varlık için başka yaşamformlarının olduğu yaşamlar kurgulamak zor olmasa gerek. Başka canlıların olması veya olmaması simule olduğumuzu düşündürecek bir durum değil bana göre.
3. Genetik bozukluklar normal olmayan koşullarda oluyor zaten. Program yönünden ele alırsak da bir programın bir yerinde bug varsa örneğimizde iki başlı hayvan daha çok görülmeliydi.
4. Simülasyon dünyasında olduğumuzu düşünenler kimler? Bilgisayar kullanıp oyun oynayanlar ve film izleyenler. Bunların dışında simulasyonda olduğunu düşünen bir tane bile örnek bulamayız.
5. Bu bana göre simule olmadığımızın en güzel kanıtlarından biri. Zamanın özel olarak göreceli geçmesi simule edilebilecek bişey değil. Üstelik, mesela bundan 20-30 yıl sonra 2008 Avrupa kupası aklına gelmezken kendini Gezi'yi anlatırken bulabileceksin. Aynı kişi yani programda bir kodsun ama zaman aktıkça yani program çalıştıkça Avrupa kupası için sana yüklediği anlamı değiştiriyor. Bir diğer kodun kupadan haberi bile olmadı. Ne diyim, programcının vakti bolmuş demek lazım sanırım ^_^
6. Esas olarak düşünceyi her bir insana ve hayvana ve hatta bitkiye farklı farklı nasıl koyabildiğini düşünmek lazım. (bana göre bitkiler de anladığımız anlamda olmasa da düşünceye sahipler yoksa neden güneşe yönelsinler değil mi, bildiğin neden sonuç ilişkisi işte. onlar da üremeye programlılar, yaşam enerjisi dediğimiz şeye sahipler vs.)
Kırmızı diye bir renk aslında yok o bir ışık dalgası. Nesneden gözlerimizdeki alıcılara çarpıyor ve o ışık boyunu kırmızı diğer boyu yeşil algılıyoruz. Algılayabildiklerimiz algılayamadıklarımızn 10 milyonda birinden az. Çevremizdeki her şeyi (simule olsaydık kodu) algılayamıyoruz. wifi sinyalleri hayalet gibi içimizden geçiyor, köpeğin algıladığı kokuların 200 milyonda birini alabiliyoruz vb. o kodlar şimdilik bize kapalı ama açacağız yakında :)
Ben de cevabı yazarken şu soruyu sordum kendime;
Biz simule olsaydık bizi simule eden varlıklar da simule olduklarını düşünüyor olurlar mıydı acaba? Ve onları simule edenler...
Neden hayatın içinde olduğuna anlam veremediğin şeyler olgular bireysel olarak okudukça, yaşadıkça, global olarak da araştırdıkça azalıyor. Bu bir süreç. Teknoloji ivmeyi inanılmaz hızda ve derecede yükseltti ama süreç henüz bitmedi.
1.@testis ağrısı +1 Kadınlar da erkeklerde "ürememi sağlayabilecek mi, beni ve bebelerimizi koruyup kollayabilecek mi" yi sağlayacak özelliklere odaklanıyor. Tamamen yaşanmışlığın kodlara etkisi, evrim sürecinin bize bıraktıkları. Şimdi bazı şeyler değişmeye başladı. Çünkü yaşam koşullarımız değişiyor. Mesela kadınların efendi adam yerine maço tercih etmesini sorguluyanlar değişikliği yaşayanlar, maço tercih edenler de değişimi göremeyen/özümseyemeyenler. Geçiş süreci sancıları yani. Feminizm de bu anlamda bakılırsa değişimin bir başka sancısı aslında.
Çöp konteynerleri hep aynı kokar İçerik olarak çöpe atılan ürünler en azından mevsimsel olarak değişiyor demi. Ama bize hepsinin kokuları aynı geliyor çünkü diğer kokulardan önce çürük kokusunu alıyoruz. Zira kendimizi koruma mekanızmamızın sinyallerinin önceliği var. Tehdit altındaysak diğer her şey durur veya koruma mekanızmamıza hizmet eder. Sinyaller burada sana zararlı bişiler var diyor biz de çüpün yanından yay çizerek geçiyoruz. dışkımızı da bu nedenle yemiyoruz, üstünü örtüyor bulunduğu ortamda kalmıyoruz.
2. Canlı izine rastlamamış olmak olmadığı anlamına gelmiyor. Şu anki algı kapasitemizle yanımızdan geçse algılayamayacağımız algılasak bile anlamlandıramayacağıımız varlıklar bile olabilir.
Hem programcı bu kadar muzipse başka canlılar da koyardı bence. Düşünsene şu an gözünle görebildiğin kulağınla duyabildiğin vs. ne varsa onun da ötesinde olgulara anlam yüklediğimiz duygularımızı hislerimizi bile düşünüp yazmış. Algıladığımız bir renk bile her birimize başka anlamlar ifade ediyor. Tüm bunları yazabilen bir varlık için başka yaşamformlarının olduğu yaşamlar kurgulamak zor olmasa gerek. Başka canlıların olması veya olmaması simule olduğumuzu düşündürecek bir durum değil bana göre.
3. Genetik bozukluklar normal olmayan koşullarda oluyor zaten. Program yönünden ele alırsak da bir programın bir yerinde bug varsa örneğimizde iki başlı hayvan daha çok görülmeliydi.
4. Simülasyon dünyasında olduğumuzu düşünenler kimler? Bilgisayar kullanıp oyun oynayanlar ve film izleyenler. Bunların dışında simulasyonda olduğunu düşünen bir tane bile örnek bulamayız.
5. Bu bana göre simule olmadığımızın en güzel kanıtlarından biri. Zamanın özel olarak göreceli geçmesi simule edilebilecek bişey değil. Üstelik, mesela bundan 20-30 yıl sonra 2008 Avrupa kupası aklına gelmezken kendini Gezi'yi anlatırken bulabileceksin. Aynı kişi yani programda bir kodsun ama zaman aktıkça yani program çalıştıkça Avrupa kupası için sana yüklediği anlamı değiştiriyor. Bir diğer kodun kupadan haberi bile olmadı. Ne diyim, programcının vakti bolmuş demek lazım sanırım ^_^
6. Esas olarak düşünceyi her bir insana ve hayvana ve hatta bitkiye farklı farklı nasıl koyabildiğini düşünmek lazım. (bana göre bitkiler de anladığımız anlamda olmasa da düşünceye sahipler yoksa neden güneşe yönelsinler değil mi, bildiğin neden sonuç ilişkisi işte. onlar da üremeye programlılar, yaşam enerjisi dediğimiz şeye sahipler vs.)
Kırmızı diye bir renk aslında yok o bir ışık dalgası. Nesneden gözlerimizdeki alıcılara çarpıyor ve o ışık boyunu kırmızı diğer boyu yeşil algılıyoruz. Algılayabildiklerimiz algılayamadıklarımızn 10 milyonda birinden az. Çevremizdeki her şeyi (simule olsaydık kodu) algılayamıyoruz. wifi sinyalleri hayalet gibi içimizden geçiyor, köpeğin algıladığı kokuların 200 milyonda birini alabiliyoruz vb. o kodlar şimdilik bize kapalı ama açacağız yakında :)
Ben de cevabı yazarken şu soruyu sordum kendime;
Biz simule olsaydık bizi simule eden varlıklar da simule olduklarını düşünüyor olurlar mıydı acaba? Ve onları simule edenler...
- hayat aklini konusacak bir filozof uret (15.09.17 10:35:23 ~ 10:46:10)
1